21 Nisan 2013 Pazar

Çocukluğumda Masal, Nörologluğumda Masal

İlkel dürtülerin limbik sistemde, orta beyinde ve alt beyinde olduğu söylenir. İlkel reflekslerin, prefrontal bölge geliştikçe kontrol altına alınması 1950li yıllardan sonra bu konudaki varsayımları güçlendirmiştir.
Sahne 1- Okulöncesi dönemde anneannem ve komşular bana masal anlatırlardı. Masalların kahramanları çoğu kez keloğlandı ya da Kafdağı arkasındaki kızlar… Esmer olduğumuz için Kafdağı arkasındaki kızları hep sarışın mavi ve yeşil gözlü olarak tarif ederlerdi. SSCB yıkılıp, bu dağ ve dağın arkasındakiler masallardan fırlayıp birkaç ay içinde gözle görülür elle tutulur hale geldiler. Bir gün gazetelerden birinde bir gezgin dehşete kapılmış olduğu izlenimi veren cümleleri içeren bir yazı yazdı. Kafkasya ve Karadenizin çevresinden bahsederek gözlerime inanamıyorum dedi. O günden sonra benim masallardaki düşlerim bitti.
Sahne 2- Erkek yaşlı parkinsonluların tedavilerinde, Alzheimer veya frontotemporal demanslıları muayene ederken masallardan ipuçları bulmaya çalışırım. Şimdiye kadar yalnız bir kişide bu masalları yakaladım. Nöroleptikler ile ajitasyonu kontrol altına alınabilen, bellek tastinde 30 üzerinden 20 skor alan bir kişide… TRT'de türk müziği sanatçısı bir beydi. Sohbet öylesine uzadı ki Kafdağı'ndan, güney İtalya'dan geçip Arjantinli kızlar ile Brezilyalı kızlar arasındaki farklara kadar gidildi. İnternete girip bayanlarla ilgili anlattıklarının doğru olup olmadığını kontrol ettim. Konfobulasyon yoktu.
Sahne 3- Eşinden 30 yıl kadar önce boşanmış, yalnız yaşayan, öğrencileri ve sanatı ile hayat sürecini tamamlamaya çalışan entelektüel bu erkek hastamdan başka masaldan başlayıp dünyayı dolaştığımız demans-Alzheimerlı hastam olmadı. Başka bir hastaya rastlamamış olmam bir şanssızlık mı? Yoksa ekonomik, bilimsel ve sosyal bilgi kirliliğinin uzun süreli belleğimizi de bozmaya başlamış olması mı? Yoksa Alzheimer hastalarının masal anlatabilme (akıl yürütme, sıralama, sonuca ulaşma) becerilerinin kaybı mı? Dilerim üçüncüsü olsun… Bu noktada ister istemez bir şey daha düşünüyorum: Acaba çocuk öyküleri yazanların veya çok güzel masal anlatanların ilerde Alzheimer hastalığına maruz kaldığında kognitif bilimciler neler bulabilirler? Herhalde eğitilmiş psikologlara ve dil bilimcilerine de gereksinim duyulacaktır.
Sahne 4- Önümüzdeki yıllarda ateşleyen hücre veya hücre gruplarıyla ayna hücreler daha iyi tanımlandıkça ve edebiyatçıların kognitif beyin haritaları belli oldukça demanslardaki bilgi karmaşasını konfobulasyon mu değimli daha belirgin anlayabileceğiz. Belki konfobulasyon değil çocukluk çağından kalan masal kırıntıları mı?
Sahne 5- H. Bosh'un eserleri yaşadığı dönem için masal mıydı, Von Gogh'un ölmeden kısa bir süre önce yaptığı resimdeki türbülasyona ne demeli? Fizikçiler ve matematikçiler bu türbülasyonun doğru olduğunu açıkladılar. Ölmekte olan bu dâhinin son saatlerinde hissettikleri onun için masalın bitişi miydi?
Sahne 6- Şimdi hayatı bize göre henüz masal gibi olan bir otistik bireyin annesinin bu masalı kaldırmak için veya masalı sürdürmek için verdiği uğraşılardan biraz bahsedelim. Bu anne 2 fakülteden mezun ve artık seramik sanatçısı. Otistik olan çocuğunun en rahat olduğu yerin Hindistan olduğunu farkına varmış. Sayın Bahar Deniz'in, ricam üzerine otistik çocuğu ve masal ile ilgili yazdıklarını dokunmadan, aynen aktarıyorum. Nöroloji bilgi dağarcığını da dikkatlerinize sunuyorum:
Sahne 7- Nedir masal ve neden var? Masal hayali bir anlatı olmanın yanı sıra, pratik bir ahlak dersi sunar. Görüşleri toplumsallaştırmanın bir aracı olur ve karşılaşılan durumlar üzerine bir derse dönüşür. Aslında durum bu kadar da basit değildir tabi. Masalların içeriğini derinlemesine bir bakış atarsak; yola çıkmadan önce! Taze beyinlere yön vermek, neyin iyi neyin kötü olduğuna dair belli şeyleri empoze etmek için ilk adımdır. Masallar bizi koşullandırır, olaylar karşısında nasıl davranmamız gerektiğini söyler. Söylemek ile de kalmaz aslında, bebeklikten itibaren işler ve yargılı bakış açıları oluşturur. Kültürlere göre masallarında değişiklik göstermesi bunun kanıtı değimlidir? Bir yerin doğrusu, başka bir yerin yanlışıdır buda masallarda işlenir. Kişilik; toplumumuzun bizleri dönüştürmeye çalıştığı yapıdır ki, masallar bunun yollarından biridir…
Örneklerle düşünecek olursak külkedisi, pamuk prenses gibi masallar babamız kral bile olsa var olabilmemiz için bir prense daha doğrusu bir erkeğe gereksinim duyduğunuzu öğretmez mi? Bir kız olarak erkeksiz bir var oluşu düşlememiz bile bebeklikten engellenmiş olur böylece. Cinsel kimliğimiz özenle sunulur. Birinin kızı, birinin karısı ya da kötü cadı oluruz. Kocamızı ıspanağı daha iyi temizleyen, daha tutumlu olan, hatta bizim attığımız çöpten yemek yapan komşumuza kaptırırız. Atın arkasına, motorun arkasına, arabanın yan koltuğuna otururuz. İnciniriz, korunuruz masallarda hikâyelerde… Ya da tilki ile leyleğin masalında olduğu gibi; tilkinin leyleğe düz tabakta çorba ikram etmesine misilleme olarak nasılda ince uzun bir kapta çorba içerek ders verdiği anlatılır. Böylece en büyük huzur kaynağı olan affetme duygumuza da küçük yaşlarda veda ederiz. Toplumun beklentilerine uygun davranmayan Pinokyo içimize korku salar.
Tilki ile kargadan bir alıntı yapmak istiyorum: -Seni aptal karga seni! O cırtlak sesinle mi gurur duyuyorsun! Oysa senin sesin kuşlar arasında eşek anırması, salak kuş! Ama olsun senin gibi kendini beğenmişler olmasa, bizler nasıl yaşayacağız?- Karga utancında yerin dibine geçmiştir… Bize ne mesaj verilir burada ya da biz çocuklarımıza ne mesaj veririz? Çirkin yanlarımızla asla gurur duymamalıyız ve hatta bundan utanmalıyız, ama dolandırıcılıkla bir şeyi elde etmenin bir sakıncası yoktur. Akıllı, daha az akıllıdan üstündür ve onu aşağılayabilir. Hatta türsel özelliklerin bir önemi yoktur, bir tür tümden gelim beğenilmeyebilir, aşağılanabilir. Mesela Kızılderililerin ilkel, aborjinlerin evrim teorisinin kanıtı ara ırk olarak gösterilmesi gibi. Toplumsal rollerimizi, cinsel kimliklerimizi öğreniriz daha ilk bebeklikte…
Dua etmeden yatınca kapıda beliren başsız bedenlerin, dökülen tuzların öbür dünyada kirpiklerle süpürüleceği günlerin korkusuyla yatarız uykuya.
Masallar masallarımız, iyide nasıl yapar masallar bütün bunları bize…
Bilindiği gibi beyin doğum anında yüz milyar kadar sinir hücresine sahiptir, fakat bu nöronların algılama, düşünme, konuşma ve anımsama görevini yerine getirecek sistemler halinde örgütlenmesi gerekmektedir. Yaşamın ilk iki yılı beyin kabuğunun dinamik değişiminin olduğu dönemdir. Yaşamın ilk yılında hücre sayısı azalırken beyin ağırlığı iki katına kadar artar. Nöronlar; görülen, duyulan, tadılan ve hissedilen uyaranlara tepki verirken komşu hücrelere yeni fiziksel bağlantılar sağlayan mesajlar gönderir ve böylece etkin aktarma sistemleri kurulur. Nöronların her birinde dentrit denilen kılcal iletişim ağları vardır, ayrıca boyları 1 mm den 1 m ye değişen ve ileri doğru uzanan bir akson vardır.
Doğum anında seyrek ve az gelişmiş olan akson ve dentrit, doğumdan sonraki ilk 6 ayda duygusal mesajlar geldikçe aktif hale gelir. Beyin, mesajları alır ve aktarır. Öğrenmenin başlangıç noktası olan sinaps bağlantıları tekrar tekrar kullanıldıkça güçlenir. Böylece her çocuğun entelektüel yapısı oluşur. Bunun niteliği, uyaranların niceliğine ve zenginliğine bağlıdır ve düşünen çocuk aslında kendi beynini düzene sokmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında görülüyor ki aslında masal, anladığımız masaldan çok öte görevlere sahiptir. Kişilik toplumlar tarafından üretilen bir biçimdir. Bebeğin doğasının içinde, anne baba, toplum, politikacı ve eğitimciler tarafından üretilir, koşullandırılır. Bunun içinde ilk adım masallardır, kültürlere göre değişen, inançlara ve yönetim biçimlerine göre şekillenen masallarla başlar.
Kim bilir belki de OTİZM, nöronlar arası bağlantıları keserek, bu koşullu, önyargılı yaşama biçimine bir tür HAYIR deme biçimidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder