23 Nisan 2013 Salı

Kollektif Bellek ile Kenti ve Zamanı Seçmek

Bir gece rüyama İstanbul Fatih Mahallesi Horhor Caddesi Ragıp Bey sokağının köşesindeki çeşme takıldı (Horhor çeşmesi değil, bu daha aşağıda, Vatan caddesine doğru). Çeşmenin karşı köşesinde fırın vardı. Fırından pide almak için ramazan ayını beklerdim. Sırada bekleyip sıcak pideyi gazete kâğıdı içinde eve götürmenin keyfini yaşardım. İlkokulda idim. Bir gün, kuyrukta sıra bana geldi ve fırıncı -evladım, inşallah seneye alırsın pideni, sonuncusunu önündeki aldı- dedi. Aradan onlarca yıl geçti, ama belleğimde hala pideyi alamadığım kuyruk duruyor.
Bir sokak yukarı çıkarsanız Sofular Hamamı, bir sokak daha yukarıda ahşap cumbalı evler, sonra Kıztaşı ve Kıztaşında mütevazi bir meydan, küçük kentlerin şirin turistik meydanı gibi, Fatih e yakışan. Ama birkaç yıl önce Kıztaşı meydanında acayip bir hastane binasıyla karşılaştım. Halbuki o sokak farklı bir mahalle köşesi idi, Temiz Şekerci dükkanı ile. Galiba belleğimiz gidiyor, kentimizin belleği, insanlarımızla birlikte…
Lütfen seçiniz:
a- İnşaat para getiriyor
b- Belleğimize saygımız yok
c- Genlerde sorun var?
d- Hepsi
Geçen yıl gittiğim bir yolun yönünün ve adının değiştiğini görmek artık beni şaşırtmıyor ama yoruyor. Hep yeniden ezberlemek zorunda kalıyorum. Peki 70-80 yaş üzeri olanlar ne yapacak, belleklerindekileri nasıl saklayacaklar kortekslerinde? Oksipitalde mi , parietalde mi temporalde mi? Hangi şebeke- ağ sisteminde, imgelere ne oldu? Adı değişti, görüntü değişti, yön değişti kentimde. Bir de kirlilik, sokaklarında çiçek kokan şehrimin:
BİR SABAH UYANMAK
Bir sabah ellerin cebinde çık evinden!
Ceketin iskemleye asılı kalsın.
Bekleyedursun dostun
Kahvede
İşe gitmekten de
Bugünlük vazgeç.
Öylece dolaş çiçek kokan sokaklarında
Güzel şehrinin.
Yeniden tat gökyüzünü,
Ağaçlara selâm ver!
Apartmanların halini sor!
Senden başkaları için değil
Bu güzel gün
Mavi gök.

Sabahattin Kudret Aksal
Bu şiir üniversite yıllarımın başında 1968-70 li yıllarda kolayca dilimin ucuna gelebiliyordu. Örneğin Yeşilyurt ta, Adalar da, Fenerbahçe de Kadıköy de Bağcılar da Bahçelievler de Bakırköy de gezerken.
Sahi İstanbul da su azalınca veya ilerde elektrik sıkıntısı olunca 20-50 katlı binalarda yaşayanlar ne yapacaklar, bunu da dert edinmeli miyim, yoksa orbitofrontal alanımı az mı çalıştırmalıyım? Her ne kadar çok iyi eğitimlilerde Alzheimer hastalığı daha seyrek ortaya çıkıyor gibi laflar ortada dolaşıyorsa da çok iyi eğitimlilerin anksiyeteleri bu lafların yanlış olduğunu kanıtlayabilir. Bir önemli nokta, demanslılarda hipertansyona pek rastlanmıyor, 20-30 yıl hipertansiyon ilacı alan yaşlılar demans olunca ilaca gereksinim duyulmuyor. Acaba kaygı mı kaybolur da ilaca gerek kalmıyor? Aklıma 1980 de Diyarbakır da iken fark ettiğim bir şiir takıldı. Ödüllü bir şiir Mehmet Taner in mi idi, aradım bulamadım. Aklımda kalanlar şunlar:
Tabelalar geçiyor başımın üstünden tabelalar
Hayır ufka
doğru alçalmıyor tabelalar
Binalara dik duran, giyotin gibi sallanan tabelalar var. Herkes istediği gibi sallandırıyor. Bazı belediyeler engelledi. İsterseniz bu şiiri bulun ( hatta bana da yollayın, zira bulamadım ) sonra o şiiri okuyarak tabelaların altında, kalabalık ve gürültülü bir caddede dolaşın.
Öğrencilerime her yıl verdiğim sorulardan biri şöyle: Görme engellilerin sosyal yaşama katılması için bazı ülkelerde köpeklerden yararlanılıyor. İstanbul da neden görme engelliler köpeklerden yararlanmıyor? Cevap şu olabilir mi? Sık sık değişen yollar, sık sökülen kaldırımlar, mantık dışı yerlerdeki trafik ışıklarından dolayı köpekler psikiyatrik hastalıklara yakalanıyorlar, belki de anksiyeteden ölüveriyorlar.
Balıkesir Küçükkuyu dan Edremit e giderken, yolun iki tarafı zeytinlikti, orada sağ taraftan bazen deniz görülürdü. Şimdi her taraf bina ve parmak arası terlikli insanlarla dolu. Kazdağı nın derelerinde de artık o kadar fazla su yok, alabalıklar da azaldı, her yerden toz içinden 4x4 çıkıyor, rengârenk giysili Türkmenler de ortalıkta yok... O halde kentte mi kalmayayım babam gibi;
Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.
Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!
Necip Fazıl Kısakürek
Evet belki de bunu daha önceden seçmeliydim…
Yapı Kredi Yayınları Cogito sayı 34 özel sayı: Seçmek… Stephan Balkonhol 1992 den bir fotoğraf var: Man on buay adlı. Belki internette de bulursunuz. Bir de o sayıda Turhan Ilgaz ın (kulakları çınlasın, kendisi de pek ortalıkta yok, zor bulunuyor) -Yer Seçmek- yazısı var. Zaman ve uzam pesfektifinde bir şey seçen kişinin aslında başka şeyleri de reddettiğini, büyük kentte yaşamanın nasıl seçilebileceğini veya seçilemeyeceğini irdeliyor.
Yok yok en iyisi, kentin ortasından geçen nehirdeki bir sandal içinde yaşamak (Sandal deniz kenarına da bağlı olabilir.)
Şimdi son olarak YKY Cogito, sayı 50 sayfa 65-67 den seçtiğim satırları okuyalım. (Kolektif bellek ve zaman. Maurice Halbwachs):
Kırsal bölgelerde zaman, hayvanların ve bitkilerin doğasındaki akışa bağlı olarak düzenlenen işlerin kendi içlerinde barındırdıkları düzene göre bölünür. Buğdayın topraktan çıkmasını, hayvanların yumurtlamasını ya da yavrulamasını, ineklerin memelerinin dolmasını beklemek gerekir. Bu işlemleri hızlandıracak bir mekanizma yoktur. Zaman, topluluğun özellikleriyle uyum içindedir. İnsanların düşüncelerinin akışı, gereksinimlerine ve geleneklerine uygun bir hızda ilerlemektedir ve zaman da buna uyum sağlamıştır. Olması gerektiği gibidir.
Köylüler kente gittiklerinde, kentteki zaman hızı karşısında hayrete düşerler ve içi daha fazla doldurulmuş bir günün, içinde daha yoğun bir zamanı barındırdığını düşünürler. Bunun nedeni, kenti, çalışma hastalığına yakalanmış bir köy gibi düşünmeleridir. İnsanlar aşırı hareketlidir, düşünceler ve davranışlar baş döndürücü bir hıza sahiptir. Ama kent kenttir, yani mekanik devreye girmiştir, sadece üretimle ilgili işlere değil, ulaşıma, eğlencelere ve şakalara bile işlemiştir. Zaman, gerektiği gibi bölünmüştür, tam olması gerektiği gibidir, ne çok hızlı ne çok yavaş, kent yaşantısının gerekliliklerine göre düzenlenmiştir.
O halde, bu farklı iki toplulukta, aynı tür düşünceler ve temsiller söz konusu olmadığına göre, her iki farklı topluluk içinde zamanın akış hızını ölçmek için, birbirini izleyen bilinç durumlarının sayısını nasıl karşılaştırabiliriz? Aslında zamanın bir topluluk içinde diğerlerine oranla daha hızlı ya da daha yavaş aktığı söylenemez; hızlılık kavramı, zaman akışına uygulandığı zaman, belirgin bir koşul sunmaz. Buna karşın, ne ilginçtir ki insan beyni, eskiyi düşünmeye daldığında, birkaç saniye içinde, çok eskiler gidebilir, ya da daha yakın zamanları hatırlayabilir ve zamanın içinde geriye doğru giderken geçireceği süre, topluluktan topluluğa değişiklik göstermekle kalmaz, aynı topluluk içinde kişiden kişiye de farklılık gösterir hatta aynı oluluktaki kişi için bile bu süre, farklı zamanlarda farklı olacaktır. O halde, ben bugün oturup, bir zamanlar arkadaşlarımla yapmış olduğumuz bir konuşmayı aklımda canlandırırken, anılarımızı hatırlamak için, topluluğumuzun belleğinden destek aldığımı nasıl söyleyebilirim…
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder