23 Nisan 2013 Salı

Kollektif Bellek ile Kenti ve Zamanı Seçmek

Bir gece rüyama İstanbul Fatih Mahallesi Horhor Caddesi Ragıp Bey sokağının köşesindeki çeşme takıldı (Horhor çeşmesi değil, bu daha aşağıda, Vatan caddesine doğru). Çeşmenin karşı köşesinde fırın vardı. Fırından pide almak için ramazan ayını beklerdim. Sırada bekleyip sıcak pideyi gazete kâğıdı içinde eve götürmenin keyfini yaşardım. İlkokulda idim. Bir gün, kuyrukta sıra bana geldi ve fırıncı -evladım, inşallah seneye alırsın pideni, sonuncusunu önündeki aldı- dedi. Aradan onlarca yıl geçti, ama belleğimde hala pideyi alamadığım kuyruk duruyor.
Bir sokak yukarı çıkarsanız Sofular Hamamı, bir sokak daha yukarıda ahşap cumbalı evler, sonra Kıztaşı ve Kıztaşında mütevazi bir meydan, küçük kentlerin şirin turistik meydanı gibi, Fatih e yakışan. Ama birkaç yıl önce Kıztaşı meydanında acayip bir hastane binasıyla karşılaştım. Halbuki o sokak farklı bir mahalle köşesi idi, Temiz Şekerci dükkanı ile. Galiba belleğimiz gidiyor, kentimizin belleği, insanlarımızla birlikte…
Lütfen seçiniz:
a- İnşaat para getiriyor
b- Belleğimize saygımız yok
c- Genlerde sorun var?
d- Hepsi
Geçen yıl gittiğim bir yolun yönünün ve adının değiştiğini görmek artık beni şaşırtmıyor ama yoruyor. Hep yeniden ezberlemek zorunda kalıyorum. Peki 70-80 yaş üzeri olanlar ne yapacak, belleklerindekileri nasıl saklayacaklar kortekslerinde? Oksipitalde mi , parietalde mi temporalde mi? Hangi şebeke- ağ sisteminde, imgelere ne oldu? Adı değişti, görüntü değişti, yön değişti kentimde. Bir de kirlilik, sokaklarında çiçek kokan şehrimin:
BİR SABAH UYANMAK
Bir sabah ellerin cebinde çık evinden!
Ceketin iskemleye asılı kalsın.
Bekleyedursun dostun
Kahvede
İşe gitmekten de
Bugünlük vazgeç.
Öylece dolaş çiçek kokan sokaklarında
Güzel şehrinin.
Yeniden tat gökyüzünü,
Ağaçlara selâm ver!
Apartmanların halini sor!
Senden başkaları için değil
Bu güzel gün
Mavi gök.

Sabahattin Kudret Aksal
Bu şiir üniversite yıllarımın başında 1968-70 li yıllarda kolayca dilimin ucuna gelebiliyordu. Örneğin Yeşilyurt ta, Adalar da, Fenerbahçe de Kadıköy de Bağcılar da Bahçelievler de Bakırköy de gezerken.
Sahi İstanbul da su azalınca veya ilerde elektrik sıkıntısı olunca 20-50 katlı binalarda yaşayanlar ne yapacaklar, bunu da dert edinmeli miyim, yoksa orbitofrontal alanımı az mı çalıştırmalıyım? Her ne kadar çok iyi eğitimlilerde Alzheimer hastalığı daha seyrek ortaya çıkıyor gibi laflar ortada dolaşıyorsa da çok iyi eğitimlilerin anksiyeteleri bu lafların yanlış olduğunu kanıtlayabilir. Bir önemli nokta, demanslılarda hipertansyona pek rastlanmıyor, 20-30 yıl hipertansiyon ilacı alan yaşlılar demans olunca ilaca gereksinim duyulmuyor. Acaba kaygı mı kaybolur da ilaca gerek kalmıyor? Aklıma 1980 de Diyarbakır da iken fark ettiğim bir şiir takıldı. Ödüllü bir şiir Mehmet Taner in mi idi, aradım bulamadım. Aklımda kalanlar şunlar:
Tabelalar geçiyor başımın üstünden tabelalar
Hayır ufka
doğru alçalmıyor tabelalar
Binalara dik duran, giyotin gibi sallanan tabelalar var. Herkes istediği gibi sallandırıyor. Bazı belediyeler engelledi. İsterseniz bu şiiri bulun ( hatta bana da yollayın, zira bulamadım ) sonra o şiiri okuyarak tabelaların altında, kalabalık ve gürültülü bir caddede dolaşın.
Öğrencilerime her yıl verdiğim sorulardan biri şöyle: Görme engellilerin sosyal yaşama katılması için bazı ülkelerde köpeklerden yararlanılıyor. İstanbul da neden görme engelliler köpeklerden yararlanmıyor? Cevap şu olabilir mi? Sık sık değişen yollar, sık sökülen kaldırımlar, mantık dışı yerlerdeki trafik ışıklarından dolayı köpekler psikiyatrik hastalıklara yakalanıyorlar, belki de anksiyeteden ölüveriyorlar.
Balıkesir Küçükkuyu dan Edremit e giderken, yolun iki tarafı zeytinlikti, orada sağ taraftan bazen deniz görülürdü. Şimdi her taraf bina ve parmak arası terlikli insanlarla dolu. Kazdağı nın derelerinde de artık o kadar fazla su yok, alabalıklar da azaldı, her yerden toz içinden 4x4 çıkıyor, rengârenk giysili Türkmenler de ortalıkta yok... O halde kentte mi kalmayayım babam gibi;
Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.
Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!
Necip Fazıl Kısakürek
Evet belki de bunu daha önceden seçmeliydim…
Yapı Kredi Yayınları Cogito sayı 34 özel sayı: Seçmek… Stephan Balkonhol 1992 den bir fotoğraf var: Man on buay adlı. Belki internette de bulursunuz. Bir de o sayıda Turhan Ilgaz ın (kulakları çınlasın, kendisi de pek ortalıkta yok, zor bulunuyor) -Yer Seçmek- yazısı var. Zaman ve uzam pesfektifinde bir şey seçen kişinin aslında başka şeyleri de reddettiğini, büyük kentte yaşamanın nasıl seçilebileceğini veya seçilemeyeceğini irdeliyor.
Yok yok en iyisi, kentin ortasından geçen nehirdeki bir sandal içinde yaşamak (Sandal deniz kenarına da bağlı olabilir.)
Şimdi son olarak YKY Cogito, sayı 50 sayfa 65-67 den seçtiğim satırları okuyalım. (Kolektif bellek ve zaman. Maurice Halbwachs):
Kırsal bölgelerde zaman, hayvanların ve bitkilerin doğasındaki akışa bağlı olarak düzenlenen işlerin kendi içlerinde barındırdıkları düzene göre bölünür. Buğdayın topraktan çıkmasını, hayvanların yumurtlamasını ya da yavrulamasını, ineklerin memelerinin dolmasını beklemek gerekir. Bu işlemleri hızlandıracak bir mekanizma yoktur. Zaman, topluluğun özellikleriyle uyum içindedir. İnsanların düşüncelerinin akışı, gereksinimlerine ve geleneklerine uygun bir hızda ilerlemektedir ve zaman da buna uyum sağlamıştır. Olması gerektiği gibidir.
Köylüler kente gittiklerinde, kentteki zaman hızı karşısında hayrete düşerler ve içi daha fazla doldurulmuş bir günün, içinde daha yoğun bir zamanı barındırdığını düşünürler. Bunun nedeni, kenti, çalışma hastalığına yakalanmış bir köy gibi düşünmeleridir. İnsanlar aşırı hareketlidir, düşünceler ve davranışlar baş döndürücü bir hıza sahiptir. Ama kent kenttir, yani mekanik devreye girmiştir, sadece üretimle ilgili işlere değil, ulaşıma, eğlencelere ve şakalara bile işlemiştir. Zaman, gerektiği gibi bölünmüştür, tam olması gerektiği gibidir, ne çok hızlı ne çok yavaş, kent yaşantısının gerekliliklerine göre düzenlenmiştir.
O halde, bu farklı iki toplulukta, aynı tür düşünceler ve temsiller söz konusu olmadığına göre, her iki farklı topluluk içinde zamanın akış hızını ölçmek için, birbirini izleyen bilinç durumlarının sayısını nasıl karşılaştırabiliriz? Aslında zamanın bir topluluk içinde diğerlerine oranla daha hızlı ya da daha yavaş aktığı söylenemez; hızlılık kavramı, zaman akışına uygulandığı zaman, belirgin bir koşul sunmaz. Buna karşın, ne ilginçtir ki insan beyni, eskiyi düşünmeye daldığında, birkaç saniye içinde, çok eskiler gidebilir, ya da daha yakın zamanları hatırlayabilir ve zamanın içinde geriye doğru giderken geçireceği süre, topluluktan topluluğa değişiklik göstermekle kalmaz, aynı topluluk içinde kişiden kişiye de farklılık gösterir hatta aynı oluluktaki kişi için bile bu süre, farklı zamanlarda farklı olacaktır. O halde, ben bugün oturup, bir zamanlar arkadaşlarımla yapmış olduğumuz bir konuşmayı aklımda canlandırırken, anılarımızı hatırlamak için, topluluğumuzun belleğinden destek aldığımı nasıl söyleyebilirim…
 
 

Şiddet Eğitimi ve Beyin Yapısı

Şiddet, güç veya baskı yolu ile fiziksel veya psikolojik açıdan canlıya verilen zarar olarak tanımlanır. Peki insan neden şiddet gösterir?
Şiddet davranışının altında genellikle öfkeyi rahatlatma ihtiyacı ve hareketlerini, isteklerini erteleme güçlüğü yatar. Aslında daha anne karnında iken fiziksel tepkilerimizi göstermeye başlarız. Anne karnındaki bebek bir şeyden rahatsızlık duyduğunda annesinin karnını tekmelemeye başlar. Doğumdan sonra annesinin memesinden süt gelmediği zaman annenin memesini ısırır, sonraki küçük yaşlarında istediği olmadığı zaman saç çekmeye, tırmalamaya başlar, benzer öfkeli davranışlar sergiler yine tepki alır böylece öğrenmeye devam eder.
Bebek çevreyi gözlemleyerek büyür ve taklit yapabilme yeteneği geliştikçe anne-babanın ve yakın çevresindekilerin dikkat çekici davranışlarını yineler. Örneklere bakıldığında şiddet davranışının bir kısmının içgüdüsel olduğunu, bir kısmının da öğrenme ile kazanıldığını söyleyebiliriz.
Anne-babalar uygun modeller olarak çocuklarını yetiştirme gayretinde olsalar da çocuk sosyalleştikçe olumlu-olumsuz birçok davranışı öğrenir. Özellikle okul öncesi dönem çocuklarında şiddet davranışı ile sık sık karşılaşırız. Evinde kendi oyuncaklarını, varsa kardeşi haricinde kimseyle paylaşması gerekmeyen, sevdikleri kişilerden yeterince ilgiyi kendi üzerinde toplayabilen bir çocuk okul ortamına girdiğinde uyum sağlamakta zorlanabilir. Çevresindeki her şey artık ona ait değildir ve birçok yaşıtı ile paylaşmak durumundadır. Engellendiği durumlarda istediği oyuncağı elde edebilmek için ya arkadaşının elinden çeker, ya arkadaşını iter ve alır. Bunun nedeni beynimizin en ön kısmındaki frontal lob adını verdiğimiz alın lobunun henüz yeteri kadar gelişmiş olmamasıdır. Frontal lob sosyal ilişkiler, akıl yürütme, dikkat, karmaşık hareketleri düzenler. Bu nedenle bu yaştaki çocuklarda problem çözme becerileri ve dürtü kontrolleri yeteri kadar gelişmemiştir. Eğitimle birlikte çocuk sosyal beceriler kazandıkça paylaşmayı, isteklerini erteleyebilmeyi öğrenecektir.
Akranlarına göre öfke kontrol becerisi açısından aykırı davranan çocukların bu davranışın kemikleşmemesi için destek alınması önemlidir. Bazı çocuklar öfkesini, kaygısını rahatlatmak veya tepki göstermek için tırnak yeme, alt ıslatma gibi davranışlar gösterebilir. Bazı çocuklar öfkesini şiddetle ifade ederek rahatlar. Şiddet davranışının temelinde birçok problem yatabilir. Anne-baba arasındaki geçimsizlik, akran istismarı, travma, özgüven eksikliği, kendini ifade etme güçlüğü gibi birçok etken şiddet davranışına neden olur. Temeldeki probleme yönelik olarak çocuğun eğitim/psikolojik destek alması gerekir.
Şiddet davranışını değerlendirirken çocuğun zihinsel kapasitesini de göz önünde bulundurmak önemlidir. Zihinsel yapısı akranlarından geri olan çocuklar problemlerini şiddet davranışı ile çözmeyi tercih ederler. Bu yüzden davranış problemi bile olsa çocuğun zihinsel kapasitesini değerlendirmek de önemlidir. Böylece çocuğun davranış problemine yönelik çalışmalar mı yoksa zihinsel kapasitesini arttırmaya yönelik rehabilitasyon uygulamak mı gerektiğine karar verebiliriz.
Eğer problem tamamen çocuğun psikolojik dinamiklerinden kaynaklanıyorsa çocuk odaklı çalışmak, eğer çatışmalı aile yaşantısından kaynaklanıyorsa aile odaklı çalışmak uygun olacaktır.
Özellikle okul öncesi dönem ve ilköğretim çağı çocuklarının aile yönlendirmesi ile beraber yönlendirilmemiş oyun terapisi alması yararlı olmaktadır. Buradaki en kritik nokta çocuğu öfkesi dahil tüm özellikleri ile kabul ederek öfke kontrolünü kazandırmaktır. Oyun terapisi sürecinde öfke rahatlamasına yönelik oyunları tercih eden çocuklar bu ihtiyacını oyun odasında karşıladığı için sosyal ortamda şiddet davranışını göstermeyi azaltır.
Özellikle grup içerisinde dağılan çocuklarda aynı ve farklı mizaç özelliklerine sahip akranlarından oluşan sosyal beceri grubuna dahil edilmesi yararlı olmaktadır. Böylece kendi gibi olan ve kendinden farklı özelliklere sahip olan çocuklar olumlu özellikleri pekiştirildikçe olumsuz özellikleri kullanma ihtiyacı duymayarak problemini şiddet kullanmadan çözmeyi deneyecektir. Biz buna ilkel bölge olan limbik sistemin, en gelişmiş olan frontal tarafından denetlenmesi yani akıl yürütmeye başlamak diyoruz.
Eğer çatışmalı anne-baba ilişkisinden dolayı çocuk öfke gösteriyor ya da anne baba tarafından şiddet görüyorsa burada ilk düşünülecek yöntem aile terapisi olmalıdır. Anne-babaya çocuğa uygun modeller olmaları konusunda yönlendirmeler yapmak, anne-baba arasındaki iletişim problemlerini azaltmak hatta anne-babalara çocukları ile nasıl oyun oynayacaklarını öğretmek çocuğun öfke davranışının giderilmesine yardımcı olur.
Bazen de çocuk eğitim eksikliği dışında nörolojik rahatsızlıklarından dolayı şiddet davranışını gösterir. Beynimizin iç yapısında bulunan beslenme, savunma, cinsellik gibi ilkel dürtülerden sorumlu limbik sistem ve beynimizin akıl yürütme, problem çözme, dürtü kontörlü, dikkat vb. işlevlerden sorumlu alın lobu arasındaki bilgi alışverişi ile öfkemizi kontrol edebiliriz. Bu alanlarda doğumsal veya sonradan oluşan işlevsel bozuklukları olan çocuk, yetişkin, yaşlı tüm yaştaki kişiler şiddet davranışını gösterir. Ayrıca beyindeki serotonin, dopamin, norepinefrin gibi kimyasal maddeler de davranışlarımızın şekillendirir. Bu kimyasal maddelerin yetersiz salgılanması veya fazla salgılanması da davranış problemlerine neden olabilir. Örneğin motivasyonu arttıran kimyasal madde fazla üretilirse veya dışarıdan fazla alınırsa aşırı motivasyon aşırı davranış bozukluğuna götürür. Bu nedenle çocuk veya yetişkin öfke kontrol problemi gösteren tüm bireylerin öncelikli olarak nörolojik/psikiyatrik muayene olmasını ve ardından kişiye özel olarak belirlenecek tedavi/eğitim programına dahil edilmesini öneriyorum.
 
 

Eğitim ve Beyin

Eğitim ve Beyin
Tüm canlılar genetik yapıları ve çevrenin etkisiyle gelişir, yine aynı etkilerle yaşamları sonlanır. İnsan yaşamı için yönetici olan beyindir.
Beyin ve beden yapısı anne karnından itibaren gelişir. Öğrenme ve eğitimin de anne karnından itibaren başladığını biliyoruz. Annenin güzel ses tonu kullanması, spor yapması, rahatlatıcı müzikler dinlemesi bebeğin gelişimini destekler.
Bebeğin doğumu ile çocuk çevreye uyum sağlama becerisini kazanmaya çalışır ve bu süreçte öğrenme gerçekleşir. İlk çocukluk döneminde beyin gelişimini anne ile olan yakın temas büyük oranda etkiler.
Bunun yanında övgü, davranışlarına olumlu geribildirim vermek, onunla konuşmak duygusal gelişimini de hızlandırır. Örneğin bebek doğduktan sonra onu yeterince kucakta tutulması okşanması yani dokunma duyusu ile çevredeki bilgileri almasını sağlamak gerekir. Çocuk emeklemeye başlayınca rahat hareket edebileceği alana gereksinim duyar. Yürümeye başladığında bulunduğu mekanı keşfeder. Çocuğun doğada oynaması, hayvanlara dokunması, kirlenmesi ve düşmesine izin verilen ortamlar çocuk gelişimi için de uygun ortamlardır. Böylece 2 yaş civarındaki çocukta çizgi yönü, kaba ve ince motor, mekansal algı, akıl yürütme, dikkat vd. işlevlerin gelişmesi desteklenmiş olur. Yani 0-2 yaş arasındaki nörofizyolojik gelişme potansiyeli kinetik duruma gelir.
Ancak çocuğun kirlenmemesi, düşmemesi, hasta olmaması, yorulmaması için yaşaması gereken deneyimlerin engellenmesi durumunda çocuğun, yaşamının ilerleyen dönemlerinde sorumluluk almaktan kaçınan ve/veya öğrenme süreçlerinde sıkıntı olan biri olma ihtimali yüksektir.
Beyin yapısının gelişimi içten dışa ve arkadan öne doğru gerçekleşir. Beynin iç yapıları, bellek, beş duyu, kaygı, duygu vd. ile ilgilidir. Bu yapıların gelişmesinin ardından korteks adı verilen beyin kabuğu gelişir. Korteks bu yapıların denetimini sağlar. Örneğin bebekler karnı acıktıklarında ağlarlar ancak büyüme ve gelişme ile dil, akıl yürütme, problem çözme gibi işlevler geliştikçe birey açlığını uygun yollarla ifade etmeyi öğrenir.
Beyin korteksinin en arkasında görme alanı, öne yaklaştıkça, işitme, dokunma, mekan algısı gibi işlev alanları ve en önde de akıl yürütme alanı bulunur. Çocuk gelişimi açısından beyin gelişimine bakrsak, çocuk etrafını görür, işitir, emekleme ve yürüme ile mekanı algılamaya başlar, son olarak da akıl yürüterek ne yapacağına karar verir.
Beyin gelişimi pek çok farklı yoldan gerçekleşebilir. Örneğin beynin bir bölümü doğuştan hasarlı ise uygun nörofizyoloji temelli eğitim ile hasar görmüş bölümün işlevini başka bir bölüm gerçekleştirebilir.
Anne-baba ve eğitimci, 0-3 yaş arasında nörofizyolojik temelli gelişim özelliklerini bildiği takdirde (ezber değil) her çocuğun farklı olduğunu keşfedecektir. Bu nedende her çocuk için farklı eğitim programı oluşturulabilir.
Üstün yetenekli çocukların ilk yaşlarda uyumsuz, hiperaktif, dikkat eksikliği oln çocuklar olarak tanı almaları, tanılama sürecinde nörofizyolojik gelişim özelliklerinin göz önüne alınmamasından kaynaklanır.
Çocuklarda belirti listeleri ile değerlendirilip etiketlenmesinin önlenmesi için her çocuğun genetik yapısı hakkında kısa da olsa bilgi sahibi olmak, hamilelik ve doğum sürecini bilmek, ilk yaşlardaki çevresel koşullarını ayrıntılı öğrenmek gerekir. Bir çocuğun ailesinden iyi anamnez alma becerisinin temelinde o ailenin kültürünün bilinmesi yatar. Ailenin ve çevresinin kültürü bilinmiyorsa çocuk hakkında yeterli bigi almak güçtür.
Başarılı sayısız işadamı, politikacı, sanatçıların yaşamlarını çocukluk çağından itibaren incelersiniz bazı dönemlerde bu kişilerin, normal dışı oldukları düşünülerek etiketlendiğini fark edersiniz.
Üstün yetenek ile (beceri) karıştırılabilir. Bu nedenle eğitim sisteminde çalışan kişilerin kesinlikle ana eğitim alanları dışında sanat, antropoloji, müzik, psikoloji vb. dallardada eğitim almış olmaları gerekir.
Beden bütüncül çalışır. Üstün veya eksik olan bölümler eğitim ile (çevresel etkilerle) geliştirilebilir. Eğitimcinin görevi bunu gerçekleştirmektir.

Yaratıcılık Süreci

Yaratıcılık Süreci (Var olanı değiştirebilmek)

Yaratmak, insanoğlu tarafından yokluğu varlığa çevirmek anlamına gelmez, nesneleri veya düşünceyi veya hareketleri o güne kadar düşünülmemiş haliyle yeniden oluşturmak anlamına gelir.
Doğuştan kör olan bir insanın sonradan görmesi mümkün müdür?
Cevap: Teknolojiyi kullanarak beynin neresinin (hangi malzemesinin) bozuk veya sağlam olduğunu bilmek ile mümkün.
Hiç işitmeyen bir kişinin işitmesi mümkün müdür?
Cevap: Teknolojiyi ve beynin nerelerinin çalışıp çalışmadığını bilmek kaydıyla mümkün.
Soru: Bu yaratıcılık mıdır, becerimidir?
Soru: Son yıllarda holistik, gestalt, nörobilim, algı, zekâ, zihin kavramları ayrı ayrı tanımlanıyor ve bu tanımlar insan yönetim bilimi (örneğin koçluk vb.) alanlarında farklı şekillerde kullanılıyor. Moor yasası binlerce yıl sonra ortaya çıktı, dünyada devrim yarattı 20 sene sonra bu yasa aşıldı. Neden?
Soru: Bilgisayarda yarattığımız zekâ kısa bir süre sonra yaratıcılarının zekâsını aşacak mı?
Soru: Dünyanın en tanınmış üniversitelerinden veya meslek öğreten diğer okullardan mezun olan kişiler 21. yüzyılda kolaylıkla iş bulabiliyor mu? Neden?
50 yaşın üzerine çıkmış olan insanların deneyimlerinden mi faydalanmamız gerekiyor, 20-30 yaşında teknolojideki yenilikleri kavrayabilmiş olan gençlerden mi faydalanmamız gerekiyor?
Avrupa ekonomisinin sıkıntıda olmasının bununla ilişkisi var mı?
Dünyanın en iyi şairlerinden Paul Vallery 20 yıl kadar şiire ara verip matematik çalıştıktan sonra dünyanın en güzel şiirlerinin bazılarını yazmıştır peki ama nasıl? Akademik çalışmanın buna bir katkısı mı olmuştur yoksa algı düzeyimi yükselmiştir?
İnsan beyninin en önemli özelliği diğer canlılara göre daha fazla öğrenme kapasitesine sahip olmasıdır. Bu potansiyel beynin esnek olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle bireyin, ailenin, şirketin, ülkenin, dünyanın gelişimi için yaratım gücüne ve yeni fikirlere ihtiyaç var ve tüm bunlar ancak beynin esnek yapısı ve çevresel koşullara uyum sağlayabilme özelliği ile gerçekleşebilir. Bu noktada yaratıcı potansiyelin teknoloji ve sosyal ilişkilerle desteklenmesi tercih edilmelidir.
Soru: Yaratma sürecinde 50 yıl önce ile şimdi arasındaki farkın sebebi nedir?
Soru: Çalışırken hareket, duygu veya düşünce serbestîsine sahip olan insanlar ile sadece akademik alanda veya belirli sınırlar içinde çalışan insanlar arasındaki farklılıklar neler olabilir?
Beceri, yetenek, yaratıcılıktan söz ederken aradığımız ilk özellik beynin esnek olmasıdır çünkü sanat ve bilim arasındaki ayrımı tarif etmek entelektüel zekâyı ziyan etmek anlamına gelebilir.

21 Nisan 2013 Pazar

Nöroloji ve Özel Eğitim

Özel eğitim çoğunluğa standardize edilmiş eğitim programlarından yararlanamayan çocuklara verilen eğitim olarak özetlenebilir. Örneğin; üstün zekalılar, üstün yetenekliler, görme engelliler, işitme engelliler, zihinsel engelliler, serebral palsi (spastik çocuk) özel eğitim kapsamı içerisine girer. Beyin ile ilgili olan farklılıklarından dolayı bazı çocuklar özel eğitime gereksinim duyacaklardır. Örneğin serebral palsi (spastik çocuk), öğrenme ve uyum sorunlarına neden olabilen, epilepsi, otizm, asperger, öğrenme güçlükleri (disleksi) ve yine beyin sorunlarından kaynaklanan zihinsel engelliler başlığı altında toplanabilir. Ancak eğitim açısından gruplandıracak olursak Down Sendromu ve benzeri nedenlerden kaynaklanan zihinsel engellileri ayrı bir grup olarak da ele alabiliriz.
Yukarıda bahsedilen ve özel eğitime gereksinimi olan çocukların eğitiminde nöroloji ve nörofizyoloji bilgisi oldukça önemlidir. Beynin temel yapısını ve işlevlerini bilen eğitimciler ile eğitiminden anlayan nörologların işbirliği bu tür durumlarda oldukça önemlidir.
 

Nöroloji ve Sanat

Nöroloji, sanatın oluşumunu doğrudan nörolojik temellerle açıklama iddiasında değildir. İnsan düşünsel veya davranışsal herhangi bir eylemi yaparken, teknolojinin getirdiği avantajlarla o anda beynin hangi bölgelerinin çalıştığının fotoğrafları çekilmektedir. Ancak yine de işin çok başındayız. Yetenek, yaratıcılık, deha kavramlarının nörolojik açıklaması, nöronların beyindeki yerleşimi ve birbirleri ile olan bağlantılarıyla açıklanmaya çalışılmaktadır. Örneğin bu üç kavramdan bahsederken iki beyin yarım küresi, aralarındaki bağlantılar, beyin sapı, omurilik, buradan çıkan ve giren sinirler, kaslar, iç organları da ele almak gerekir: Şeker hastalığı, ürenin yükselmesi veya sodyumun kaybı bile yaratıcı kişinin aniden a-ha demesi veya beyninde bir ampul yanmasını engelleyebilir. Böylece bir dehadan dünya eksik kalabilir.
Bazen de nörolojik hastalıklar veya yukarıda bahsettiğimiz metabolik bozukluklar üstün yetenekli kişilerin deha aşamasına gelmesine yardımcı olabilir. Epilepsi, frontal lob sendromlarından bazıları, temporal ve oksipital lob kaynaklı halüsinasyonlar yaratıcı faaliyetlerin ortaya çıkmasını veya artmasını sağlayabilir. Van Gogh, Mozart, işitme engelli Beethoven, ortopedik sorunlu Lautrec, çevreye uyum sağlamakta zorlanan Einstein, Dostoyevski, 500 yıl öncesinden 20. ve 21. yüzyılın sanatını yapan Mehmed Siyah Kalem, Bosh, Bruegel, Munch, Modigliani, Edgar Allen Poe gibi sanatçılar nöroloji ve sanat bağlantısını daha iyi anlayabilmek adına incelenmesi gereken sanatçılardır.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, bireyin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan aşırı hareketlilik, istekleri erteleyememe ve dikkat sorunları ile kendini gösteren nörolojik bir bozukluktur. Bu bozukluk erken çocukluk döneminde başlayıp sıkılıkla ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde de devam eder. Aşırı koşan, tırmanan çocuk erişkinlikte hareketli işlerle ilgilenebilir.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan bireyler biliş, algı ve dikkat işlevlerindeki problemler nedeniyle davranış, bilişsel, sosyal ve psikolojik alanlarda sorunlar yaşayabilirler. Bu alanlarda yaşanan sorunlar tanı koyma sürecinde zorluklara sebep olabilir.
Erişkin dönemindeki Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun ortaya çıkış şeklindeki farklılıklarla ilgili olarak en önemli şikayetlerinin, iş yerinde zorluk yaşama ve sık iş değiştirme, organizasyon eksikliği, düşük benlik saygısı, becerilerini göstermede yetersizlik ve bunun yanında daha tipik olan unutkanlık ve odaklanma güçlüğü olduğu belirtilmiştir.
Tanının konulmasında, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile karışabilecek, birlikte olabilecek pek çok bozukluk olabileceği için ayrıntılı bir öykü alınması gerekir. Ayrıntılı öykü alınmayan durumlarda sadece hareketliliği olan çocuklar dahi DEHB tanısı alabilmekte ve ilaç kullanımına yönlendirilmektedirler. Ayrıca DEHB tanısı sadece nörolog veya psikiyatrist tarafından konulmalıdır. Pedagog, psikolojik danışman, psikolog, rehber öğretmen vb. meslek dallarından olan kişiler Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda eğitim ve psikolojik destek sürecinde yer alırlar, tek başına tanı koymaları büyük risk taşır. Bizim gördüğümüz vakalar içerisinde frontal lob tümörleri, corpus callosium altı tümörler, frontal lob epilepsisi, bipolar bozukluklar vardı.
Altis’te Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısı çocuklarda konulurken ilk olarak nöroloji muayenesi yapılır. Değerlendirme sürecine psikolog, psikolojik danışman, özel eğitim uzmanı, gerekirse psikiyatrist ve fizyoterapist de katılır. Değerlendirme sürecinde çocuk hakkında, anne-baba, okul rehber öğretmeni ile görüşmeler yapılarak ayrıntılı bilgi alınır. Ardından psiko-pedagojik ve nöropsikolojik değerlendirmeler ile bilişsel işlevler incelenir. Bunların sonucunda öğrenci ile yürütülecek eğitim programı hazırlanır. Eğitim programına ihtiyaca göre müzikle eğitim ve fizyoterapiden de destek alınabilir.
Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısının konabilmesi için ilk olarak nöroloji muayenesi yapılır. Ardından nöropsikolojik değerlendirmeler ile bilişsel işlevler incelenir. Psikolojik desteğe ihtiyacı olduğu belirlenen yetişkinler, psikiyatrist, psikolog veya psikolojik danışmana yönlendirilir. Tedavi ve eğitimde geç kalınmış vakalar sosyal ve yasal uyum sorunları yaşayabilir.
 
 
 

Özel Öğrenme Güçlüğü

Özel Öğrenme Güçlüğü ya da Öğrenme Bozukluğu zekası normal ya da normalin üstünde olan, yaşına uygun akademik becerileri gösteremeyen çocuklar için kullanılır. Öğrenme Bozukluğu, gelişimsel nörolojik sorunu olan ancak bedensel, ruhsal, kültürel sorunu olmayan, okuma, yazma, matematik, kendini ifade etme, mekanı kullanma, mekanı algılama becerilerinde birinde ya da tümünde güçlük çeken çocukları kapsar.
Okul öncesi dönemde tanısını koymak güç olmakla birlikte erken belirtilerinde dil alanı, motor beceriler, algısal alan, dikkat ve hareket alanlarında yaşıtlarının altında bir gelişim seyri görülebilir. Daha çok ilköğretim döneminde ders başarılarındaki düşüş ile dikkat çeker.
Okuma bozukluğunun belirtileri arasında kelimeleri tanımada güçlük, yavaş ve yanlış okuma, okuduğunu iyi anlayamama, harfleri ve kelimeleri hatırlamada ve sıra ile yazmada güçlük görülmektedir. Yazma bozukluğunun belirtileri arasında heceleri kötü yazma, yazım ve işaret hataları yapma, kötü el yazısı görülür. Bunların yanında el yazısında, heceleme yeteneğinde ve cümlelerde kelimeleri doğru olarak yerleştirmede bozukluklar olabilir. Yazma bozukluğu tanısı koymada iletişim bozuklukları, okuma bozukluğu ve görme-işitme bozukluklarının ayırt edilmesi gerekir. Matematik bozukluğunun belirtileri arasında sayıları tanımada, matematik kavramlarını anlamada güçlük, matematik dilini anlamada, matematiksel yöntemleri öğrenme ve hatırlamada güçlük, zayıf hesap ve problem çözme becerisi, görsel – uzamsal karışıklıklar ile kendini gösterir. Matematik bozukluğu okuma bozukluğu, yazılı ifade bozukluğu, koordinasyon bozukluğu ve ifade edici ve alıcı dil bozukluğu ile birlikte görülebilir. Heceleme sorunları, bellek ve dikkatte eksiklikler ve duygusal ve davranış sorunları mevcut olabilir.
Okuma, yazma ve matematik bozukluklarının belirtileri bir arada da görülebilir. Zira sorun beynin parietal alan denilen bölgesinde daha belirgindir.
Tanı koyma sırasına öğrenme güçlüklerinin bir arada görülebilme durumu da olduğu için dikkatli ve titiz davranmak gerekmektedir.
Değerlendirme sürecinde ilk olarak nöroloji muayenesi yapılır. Ardından sürece psikolog, psikolojik danışman, özel eğitim uzmanı, gerekirse psikiyatrist ve fizyoterapist de katılmaktadır. Psiko-pedagojik ve nöropsikolojik değerlendirmeler ile bilişsel işlevler incelenir. Değerlendirme sürecinde çocuk hakkında anne-babayla, okul rehber öğretmeni ile de görüşmeler yapılarak ayrıntılı bilgi alınır. Değerlendirme sonucunda Altis ekibi tarafından öğrenci ile yürütülecek eğitim programı hazırlanır. Eğitim programına ihtiyaca göre süreci müzik eğitimi ve fizyoterapi eklenebilmektedir.
 
 

Gelişim Nörolojisi

Beyin gelişimi anne karnından itibaren başlar. Doğumdan sonraki ilk üç yıl içinde beyin gelişimi oldukça hızlıdır. 3 yaşından ergenlik dönemine hatta orta yaşlara kadar gelişmeye hızı azalsa da devam eder.
Beyin kalıtsal ve çevresel özelliklere bağlı olarak gelişir. Çocuğa yeterli çevresel uyaran vererek hücreler arasındaki bağlantılar oluşması sağlanır.
Bebeklikten ergenlik dönemine kadar beyin gelişimi, beyin gelişiminin yavaşlığı veya patolojileri gelişim nörolojisinin alanı içerisindedir.
Gelişim Nörolojisi bebeklik döneminde, erken veya geç doğum sonrası bebek izlemi, havale, uzun süreli ishal, hidrosefali, makrosefali, cerebral palsy, epilepsi, uyku sorunları vb. konular ile ilgilenir.
Çocukluk ve ergenlik döneminde öğrenme sorunları, hiperaktivite, konuşma problemleri, migren, baş ağrısı, epilepsi, havale, uyku sorunları, davranış problemleri, zihinsel engel, cerebral palsy, ergenlik sorunları gelişim nörolojisinin çalışma alanları arasındadır.
Altis uzman ekibi ve konsültanlarımız bu konularda çalışmalarını sürdürmektedir.
 
 

Multiple Skleroz (MS)

Multipl Skleroz, beyin ve omuriliğin oluşturduğu merkezi sinir sisteminde görülen bir hastalıktır. Sinir hücreleri arası iletişiminin doğru ve hızlı olmasının sağlanması için sinir dokularının etrafında bir yalıtım maddesi bulunur ve buna myelin denir. Bilinmeyen nedenlerle bu yalıtım maddesi hasarlanabilir ve sonuç olarak MS hastalığında farklı duyu ve hareket yolları tahrip olur. Özellikle beyin görme, yürüme, konuşma gibi alanlar üzerindeki kontrolünü kaybeder.
Multipl:
Merkezi sinir sisteminin (beyin ve omurilik) bir veya birden fazla yeri etkilenir.
Belirtileri bir veya birden fazla yerde baş gösterebilir. Hafif veya ağır olabilmekle birlikte aniden ortaya çıkabildikleri gibi ender olarak ortadan kaybolabilirler.
Skleroz:
Myelin kılıfının hasar gördüğü yerlerdeki sertleşmiş dokulardır.
Multipl Skleroz hastalığının bazı belirtileri:
Beden hareketlerinin düzenli yapılamaması (Felç, Kuvvetsizlik, Sallanarak Yürüme gibi)
Yorgunluk
Karıncalanma, uyuşma
Baş dönmesi diye tarif edilebilen denge bozukluğu
Çift veya bulanık görme
Gözbebeklerinin istemsiz hareketi (Nistagmus)
İdrar kaçırma, yapamama veya idrara sık çıkma
Erkeklerde cinsel güçlük azlığı
Ellerde titreme
Kaslarda istem dışı kasılma veya gevşeme
Konuşma bozukluğu (örn. Dilde peltekleşme)
Hastalığın genellikle gençlerde, kadınlarda, sosyo-ekonomik düzeyi daha gelişmiş olan ve eğitim düzeyi iyi olan kişilerde daha sık görüldüğü bazı istatistiklerde saptanmıştır. MS’in belirti şiddeti ve seyir yönü hastadan hastaya değişiklikler gösterebilir. Hastalık tekrarlayıcı özelliğe sahiptir, fakat bir sonraki belirtinin ne zaman baş göstereceği belli değildir. Tekrarlama sıklığının değişken olması sebebiyle hastalık bazen birkaç yıl ara da verebilir.
MS hastalığının nedenleri çok fazladır. Bu konuda farklı teoriler vardır ve hiçbirinin doğruluğu henüz kesin olarak kanıtlanamamıştır. Bazı araştırmacılar henüz belirlenemeyen bir virüsün neden olduğunu düşünmektedir. Başka bir grup ise bu hastalığın vücudun kendi bağışıklık sistemi tarafından yaratıldığını yani bir bağışıklık hastalık olduğunu ileri sürmektedirler. Fakat birçok araştırmadaki ana bulgu, MS hastalığının kalıtsal olmadığını ancak hastalığa yakalanan kişilerde genetik bir yatkınlığın söz konusu olduğunu anlaşılmıştır.
Multipl Skleroz hastalığı tedavisi için asıl amaç hasar gören myelin kılıfının ve aksonun (sinir hücresinden çıkan lifin) onarımıdır. Bu yüzden belirti çeşitlerine ve sıklıklarına göre tedavide de farklılıklara gidilmelidir. Merkezi sinir sisteminde görülen hasarın onarımı içinde kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ve kortizon başarılı olabilmektedir. Fizyoterapiden faydalanılması hastalığın klinik hızını yavaşlatabilir. Felç, denge kusurları, kasların sertleşmesinin yarattığı hareket kısıtlılığına yardımcı olacaktır.
MS’li hastaları ve ailelerinin psikolojik destek almaları hastalık hakkındaki bilincin artırılmasında ve hastalığın yarattığı güçlüklerle başa çıkmada büyük öneme sahiptir. Nörolog, fizyoterapist ve psikologun birlikte çalışması gerekir.

Kafa Travmaları

Trafik kazaları, kavgalar, deprem gibi Türkiye’de çok sık rastladığımız olaylar sonucu insanlar hastaneye giderler. Hastanede rutin kırık çıkık muayeneleri yapılır ve hastanın herhangi bir yerinde kırık yok ise belki bir iki pansuman yapıldıktan sonra bu kişi evine yollanır. Fakat aradan 6 ay veya 1 yıl gibi bir süre geçtikten sonra, ciddi bir şekilde kafa darbesi almış olan kişinin beyin hücreleri ölmeye başlayabilir ve beynin bazı işlevleri kaybolabilir.
Ağır kafa travmaları sonucu oluşabilecek bazı problemleri düşünecek olursak; unutkanlık, içe dönüklük, aşırı sinirlilik, aranan bir eşyanın veya yerin bulunamaması, uyku bozukluğu, kol ve bacakta uyuşmalar ve dilde uyuşmalar gibi birçok yakınmalar zamanla ortaya çıkabilir. Bu tür problemlerin oluşumunu önlemek ve tanısını koymak için yapılması gerekenler aslında zor değildir. Nörolojik muayene, görüntüleme yöntemleri ve en önemli incelemelerden biri olan ve nörorehabilitasyonun nasıl yapılacağını gösteren en önemli ipuçlarından nöropsikolojik testler kafa travması sonucu oluşan problemlerin tanısında yardımcı olurlar ve erkenden önlem alınabilmesi sağlanır. Ancak kafa darbelerinden sonra araştırmalar ihmal edilirse yani tanıda gecikilirse geriye dönüşümü çok zor olan kalıcı hasarlarla karşılaşabiliriz.
Beyin hücrelerinin zaman içinde yavaş ölümler dışında ayrıca kafa darbeleri sonucu karşılaşılabilecek başka önemli bir problem ise çeşitli beyin kanamalarıdır. Bunların bir kısmı, baş ağrısı bile yapmadan sessiz kalabilirler ve ani ölüme sebebiyet verebilirler. Beyin kanamalarının diğer bir kısmı ise başın arka tarafında, ensede ağrı atakları şeklinde seyredebilir.
Bütün bu problemleri engelleyebilmek için biz, kafa darbesi almış kişinin darbeden hemen sonra nörolojik muayene ve filmleri normal çıksa bile birkaç ay içinde nöropsikolojik test yaptırmasını öneriyoruz.

Parkinson Hastalığı

Parkinson Hastalığı, üst beyin sapı bölgesinde yer alan substansiya nigra adlı, dopamin maddesinin yapımından sorumlu hücrelerin azalması sonucu ortaya çıkan nörolojik bir hastalıktır. Ortalama olarak 50-60 yaşlarında başlayan bu hastalık çok az bir farkla erkeklerde daha sık görülmektedir. Kalıtsal yatkınlıktan söz edebildiğimiz gibi her hastada farklı ilerleme hızı ve şekli olan hastalık belirtilerinin bütünü için genel olarak progresif (ilerleyici) bir nörolojik bozukluk olduğunu da belirtebiliriz.
Parkinson hastalığı birçok kişide farklı belirtilere sahiptir. Bu yüzden her belirtinin her hastada görülmesini beklemeyiz. Tremor denilen istem dışı titreme Parkinson hastalığının temel bulgularından biridir. Titreme dinlenme durumlarında ortaya çıkar, uyurken ve hareket ederken kaybolur. Kaslarda sertleşme (rijidite), denge kaybı ve hareketlerde görülen yavaşlık (bradikinezi) ise diğer temel bulgular arasındadır. Bunların yanında ve bağlı olarak başlangıç evresinde kol ve bacaklarda kramp hissi ve yavaş yürüme görülür. Genel olarak vücudun bir tarafı daha baskın etkilenir. Sorun yaşanılan tarafın kolu hareketsizleşir ve hasta yine aynı tarafın ayağını sürüyerek yürüyebilir. Aynı zamanda günlük işlerini yaparken, yazı yazarken de zorlanabilirler. Ayrıca yüz ifadelerinde donukluk ve anlamsızlık görülür. Hastalık ilerledikçe öne doğru eğilerek yürüme, yürüyememe, kol ve bacaklarda kasılma artar. Bunlara ek olarak yutmada güçlükler ve koku alma duyusunda bozulmalar yaşanabilir.
Bilişsel kötüleşmelere hastalığın orta ve ileri dönemlerinde sık rastlanır. Halüsinasyonlar bazen hastalığın kendi seyrinde, bazen de kullanılan ilaçların yan etkilerinde ortaya çıkabilir. Bu nedenle hasta, hekim, hastayı takip eden kişilerin çok sık ilişki içerisinde olmaları gerekir. Parkinson hastalığının bazı bulguları başka hastalıklarda da görülebildiği için seyrek de olsa karıştırılabilir. Alzheimer hastalığı veya diğer demans (bunama) çeşitleri ile birlikte görülebilir.
Parkinson hastalığının tedavisindeki asıl amaç merkezi sinir sistemindeki dopamin seviyesinin arttırılmasıdır. Bunun için çeşitli ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Buradaki önemli nokta, her ilacın yan etkisinin neler olacağının hekim tarafından hastaya ve yakınlarına ayrıntılı açıklanmasıdır. İlaçlara rağmen hastalarda açılma-kapanma (on/off) özelliği dediğimiz hareketi edememe-kitlenme ortaya çıkabilir. Sıklıkla ilaçların dozunun fazla kullanılması sonucu yan etkisi ile garip istemsiz hareketler görülür, sürekli dans ediyormuş gibi kol ve bacaklar hareket halindedir. Bu istemsiz hareketler hastanın yere düşüp kol ve bacak kemiklerinde kırılmalara sebep olmaktadır. İlaçların yanı sıra fizik tedavi ve egzersizler de hastalığın seyri için çok önemli yere sahiptir.
Kalp ameliyatları, kanser ameliyatları ortopedik operasyon vb. sırasında alınan genel anestezi ve bu anesteziden sonraki süreç içerisinde oluşma ihtimali yüksek olan demans riskini göz önüne almak gerekir. Bu nedenle anestezik madde kullanıldıktan sonra nöropsikolojik testlerin mutlaka yapılmasını öneriyoruz.

Alzheimer Tipi Demans

Alzheimer hastalığı, sıklıkla 60 yaş ve üstünde görülür. 65 yaşından sonra Alzheimer hastalığına yakalanma riski giderek artar. Literatürde 80 yaşın üzerinde olan kişilerin yüzde 35-40ında Alzheimer hastalığının görüldüğü belirtilmektedir. Alzheimer hastalığının ilk evrelerinde belirtiler sıklıkla yaşlılık unutkanlığı ile karıştırıldığından erken fark edilememekte ve hastalık ilerledikçe unutkanlığın ve davranış değişikliklerinin (hırçınlık, içe dönüklük, şüphecilik gibi) artması ile aile tarafından fark edilmektedir. Hastalık, erken dönemde fark edilmezse tedavisi güçleşmektedir.
Alzheimer hastalığının ilk evrelerinde, hastalar yeni bilgileri öğrenmekte güçlük yaşarlar. Eski bilgileri de unutmaya başladıkları için günlük işlevlerde, evlerin ve eşyaların yerini bulmakta, parayı kullanabilmekte, yakınlarının ismini hatırlamakta zorlanırlar. Yıl, ay, gün gibi zaman ile ilgili bilgileri kaybolmaya başlar. Bazen bu aşamada depresyon tanısı konabilir, depresyon ilaçlarının kullanılması gerekli görülebilir ve bu ilaçlar hastalığın ilerlemesini yavaşlatabilir. Depresyon tanısı alan ve depresyon tedavisi gören hastanın Alzheimer hastalığına sahip olabileceği düşünülmeyebilir; bu durum sık karşılaşılan ihmallerden biridir.
Alzheimer hastalığının orta evrelerinde, günlük yaşam aktivitelerinde (giyinme, yıkanma, tuvalet temizliği, diş fırçalama gibi) giderek daha fazla yardıma ihtiyaç duyulur. Orta ve ileri evrelerde, hayal görmeler, aşırı gerginlikler, şüphecilik, ciddi uyku bozuklukları nedeni ile hastanın özel bir bakımevine yerleştirilmesi düşünülebilir.
Bunama türleri arasında en sık rastlanan Alzheimer hastalığının erken tanısı için nörolojik muayene, görüntüleme tetkikleri ve nöropsikolojik değerlendirmeler gerekmektedir.
Alzheimerın tedavisi için tüm evrelerde hastalığın ilerlemesini geciktiren- yavaşlatan ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar hastalığın seyri ve kullanım şekline göre seçilir. Piyasada halen 4 farklı ilaç bulunmaktadır. Birkaç yıl önce yan etkilerinden dolayı bazı ilaçlar piyasadan çekilmiştir.
Hekimin, hastanın ilaçlarını dikkatli izlemesi, ortaya çıkabilecek diğer tıbbi sorunları tahmin edebilmesi için mutlaka zaman ayırması, hastanın genel kültürüne yaklaşabilecek donanıma sahip ve çok deneyimli olması gerekir çünkü ilaçlar hastalığın yol açabileceği sorunların hepsini çözemez.

Demans (Bunama)

Yaşlanma, organizmanın giderek biyolojik verimliliğini yitirmesi, çevresel uyum kapasitesinde ve direnç mekanizmalarında gerileme olarak tanımlanabilir. Yaşlanmayla birlikte beyin hücrelerinin büyük bölümü programlanmış hücre ölümüne uğramaktadır. Organizmanın hemen tüm yapı ve fonksiyonlarının yaşlanma sürecine katıldığı gözlenmektedir.

İleri yaşla birlikte hareket etme, işitme, tat alma gibi duyusal ve bilişsel işlevler de (akıl yürütme, bellek, konuşma yer bulma gibi) bazı değişiklikler ilk planda dikkati çeker. Demans yaşlı yetişkinlerde karşılaşılan beynin başlıca sağlık sorunlarından birisidir ve görülme sıklığı yaşla beraber artar.
Demans (Bunama) tablosunda karşılaşılan durumlar:
Yönelim bozukluğu görülür. Yani zaman ve mekan konularında karışıklıklar yaşanabilir. Örneğin, hasta odasını şaşırabilir ya da evini bulamayabilir. Ayrıca, karşısında olan kişinin kim olduğunu bilme hakkında problemler yaşayabilir.
Dikkat konusunda dikkati yoğunlaştırma gibi bazı güçlükler yaşanabilir. Hasta günlük hayatta yapılması gereken planlama, sıralama ve organizasyon gibi konularda güçlüklerle karşılaşabilir.
Bellekte (hafıza) yaygın bozukluklar görülür. Yakın bellekte görülen problemler uzak bellekte karşılaşılan sorunlardan daha fazladır. Bellek konusunda yaşanılan başka bir problem de yeni şeyler öğreniminde yaşanan güçlüklerdir.
Bazı vakalarda algı bozuklukları görülebilir. Düşünce akışında aksaklıklar ve yavaşlamalar görünür. Düşünce fakirliği ortaya çıkar. Ayrıca düşünce içeriğinde hasta kötülük göreceği şeklinde fikirlere sahiptir.
Duygu durumda değişiklikler ve dalgalanmalar meydana gelir. Hüzün ve suçluluk gibi duygular baş gösterebilir ve intihar etme düşüncesini barındıran sohbetler ortaya çıkar.
Davranış problemleri görünür. Çevreye zarar verici davranışlar gözlemlenebilir. İlgide azalma, agresif tutumlu davranışlar gibi problemler de ortaya çıkabilir. Kişiler arası ilişki problemleri görülebilir.
Kişilik bozuklukları görülebilir.
Konuşma bozuklukları ortaya çıkabilir.
Demans (Bunama) Nedenleri
Demans beyni etkileyen çok çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişebilir. Bazı demans nedenleri bunlardır:
  1. Alzheimer Tipi Demans
  2. Frontotemporal Demans
  3. Vasküler Demans (sigara, kalp yetersizliği, damar sertliği gibi)
  4. Pick Demansı
  5. Lewy Cisimcikli Demans
  6. Metabolik Hastalıklar (Diabet, Böbrek Hastalıkları gibi)
  7. Kafa Darbeleri, Beyin ameliyatları, uzun süren kalp ameliyatları gibi.
Yaşlanma süreci içinde rutin nöroloji muayenelerin yanında unutkanlık, dikkat azalması, depresyon vb. durumların erken tanısı için nöropsikolojik testlerin yapılmasını öneriyoruz. Hastanın ailesindeki kişilerin yaşları 40 civarına geldiğinde bu testleri yaptırmalarının ve test sonuçlarının kayıt altında tutulmasının, ileride karşılaşılabilecek benzer tablolarda tanıya yardımcı olabileceğinin önemini vurguluyoruz.

Gençlerde ve Yaşlılarda Unutkanlık

Gençlerde Unutkanlık
Yaşlılığa özgü bir sorun olarak görülen unutkanlık, gençlerde de yoğun biçimde yaşanabilmektedir. Gençlerin tanımladıkları unutkanlık probleminde ‘unutma’ yerine ‘hatırlayamama’ kavramını kullanmak daha yerinde olacaktır. Beyinde hafızanın kayıttan sorumlu merkezlerinde işlevin gerçekleşmesini etkileyecek herhangi bir hasar yoksa yaşanan ve hissedilen her şey beynin farklı yerlerinde saklandığından ve yeri geldiğinde bilince çıkarıldığından hatırlama süreci unutma sürecinden farklılaşır.
Gençlerde unutkanlığa sebep olabilecek birçok biyolojik ve psikolojik neden sayılabilir: depresyon, stres ve diğer merkezi sinir sistemini etkileyen hastalıklar. Hatırlamamızı engelleyen etkenlerin başlıcaları depresyon (çevreye karşı duyarsızlık, ilgi azlığı, uyum bozukluğu), stresli yaşam koşulları, bir işi öğrenirken birden fazla şeyle uğraşmak (kitap okurken bir başkasını dinlemek), dikkati yoğunlaştırmayı azaltan etkenlerin varlığı (dikkat eksikliği, kaygı durumları vb.), yapılan işe gereken önemi vermeme, dağınık ve kaotik çalışma düzeni, öğrenme ve hafızada tutma tekniklerinin yeterince bilinmemesi ve anemi, kan şekeri yükselmesi veya düşmesi, tiroid hastalıkları gibi rahatsızlıklar olarak sıralanabilir. Bütün bu sayılan etkenler kişinin öğrendiği bir şeyi hatırlamasını zorlaştırarak unutkanlık dediğimiz problem ile karşı karşıya getirir.
Daha güçlü bellek için, düzenli ve dengeli yaşam sürdürebilmek önceliklidir. Yeterli ve dengeli beslenme, iyi ve kaliteli uyku, sigara ve alkol kullanmamak, temiz havada yapılan yürüyüşler, iş ve eğlenceyi dengeleyebilmek, egzersizler yapmak, planlı yaşayabilmek önemlidir. Ek olarak, stresten, kaygıdan ve üzüntüden uzak kalmak da hatırlamayı kolaylaştıracaktır.
Altis ekibi olarak gençlerin bu sorunları artmadan erken tanı, eğitim ve psikolojik destek veriyoruz. Hatırlamayı yani bilgiyi geri getirmeyi kolaylaştırmak için birçok yöntemi kişiye özel olarak hazırlıyor ve uyguluyoruz.
Yaşlılarda Unutkanlık
Özellikle 2. Dünya savaşından sonra antibiyotikler, kalp ilaçları tansiyon ilaçları, hatta unutkanlığı geciktirdiği belirtilen ilaç tedavileri sayesinde yaşam süresinin uzatılması nedeniyle ülkemizde de yaşlı nüfusu her yıl artmaktadır. Doğumdan itibaren her yıl bir yaş daha alırız, 70 yaşından sonra “yaşlanma” mı yoksa “ihtiyarlama” kavramını mı kullanacağımız konusunda düşünmemiz gerekir. Bunun nedeni ise iyi genetik eğilim ve doğru yaşam koşulları ile sağlıklı yaşlanmanın mümkün olduğu gibi yanlış beslenme, stres ve kötü iklim koşulları gibi negatif çevre etmenlerinin, kişilerde genetik eğilim iyi bile olsa ihtiyarlık durumunu ortaya çıkarabilmesidir. Kısacası demek istediğimiz, ihtiyarlama aslında 40 yaşından sonra bile başlayabilir.
Altis olarak sağlıklı yaşlanma için alınacak önlemler ile ilgili çalışıyoruz. Çalışmalarımızda rutin nörolojik ve depresyon gibi psikolojik araştırmaların yanında beyin işlevlerini daha ayrıntılı ortaya koyabilecek nöropsikolojik testleri de uyguluyoruz.
Yaşlılık döneminde unutkanlık başlığını araştırırken incelediğimiz konular: yaşlılarda öğrenme becerisi, bellek bozulması, uyumsuzluk, hırçınlık veya ilgisizlik gibi davranış bozuklukları, tireme, yürümede zorluk ve felç gibi hareket bozuklukları, uyku bozuklukları; kişinin çevreye ve kendisine gösterdiği dikkat, sorunlar karşısında kullanacağı problem çözme, akıl yürütme ve karar verme süreçleri ve konuşma becerisidir.

Baş Ağrısı ve Migren

Baş ağrısı tüm dünyada en sık karşılaşılan nörolojik bir rahatsızlıktır ve hayatın herhangi bir döneminde başlayabilir. Baş ağrısı, ilaçların yan etkisi, görme bozukluğu, yüksek tansiyon, adet kanamaları, yaşlılıkta doku ve kemik yapısı bozukluğu, gribal enfeksiyon, stres gibi birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bazı baş ağrısı çeşitlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Gerilim Baş Ağrısı
Stres, sinüzit, kas kasılması, vücudun başka yerindeki infeksiyon nedeniyle oluşabilir. Toplumun yaklaşık %50 si bu tip baş ağrısından şikayetçidir. Gerilim tipi baş ağrısı bazen psikojen tipi baş ağrısı ile aynı grupta değerlendirilir.
Beyin Tümörü
Beynin kendisinin ürettiği tümörlerden veya bedenin başka bir yerinden metastaz oluşumu ile ortaya çıkabilir. Genellikle bulunduğu yerden kaynaklanan klinik bulgular ile birliktedir.
Beyin Kanaması
Yüksek tansiyon veya beyin damar bozuklukları sonucu aniden başlar. Genellikle bulantı, kusma eşlik eder.
Beyin İltihapları
Bedenin bir yerinden başlayan, sıklıkla yüksek ateş ve bulantı veya kusma ile seyreden bir durumdur. Menenjit, ansefalit gibi etkilediği yere göre isimlendirilir.
Venöz Sinüs Tıkanmaları
Bazen doğum kontrol haplarının alınması ile ortaya çıkabilir. Tanı konulması bazen gerekir.
Beyin Ödemi
Bazen kafa darbeleri, damar kanama veya tıkanması ve beyin tümörleri ile beraber bazen de başka bir hastalığın ön habercisi olarak ortaya çıkar.
Görme Bozuklukları
Göz yapısındaki bozukluklar ile oluşur.
Diş ve Dişeti Hastalıkları
İltihap veya yapısal bozukluklar, bazen de çene yapısı bozuklukları da ağrı yapabilir.
Psikojen Baş Ağrıları
Baş ağrısının yanında çoğu kez bedenin başka yerlerinde ağrılardan yakınırlar. Ağrının başlama yeri, süresi, artması ile psikolojik etkenlerin paralelliği araştırılır. Çoğu kez migrenle de karışır. Gerek nörolojik muayenede gerekse laboratuar incelemelerinde patolojik bir bulguya rastlanmaz. İlaç tedavisi ve psikolojik yardımdan yararlanırlar.
Yukarıda sıralanan baş ağrısı tiplerinin dışında migren de baş ağrısının bir tipidir. Migrende ağrı başın bir tarafında hissedilir ve her baş ağrısı migren değildir. Baş ağrısı migrenin belirtilerinden biridir ve görülen ağrının bazı özellikleri vardır. Ağrı çoğunlukla ataklar şeklinde gelir. Migrenin çok değişik çeşitleri vardır. Kolay anlaşılması için kısaca iki tip migrenden bahsedebiliriz:
1. Auralı Migren: Migren ağrısı başlamadan 1-2 saat önce ışık çakması, zig zag çizgilenme, baş dönmesi, kuvvet azalması, konuşmada bozukluk ortaya çıkabilir ve ardından şiddetli ağrı başlar.
2. Aurasız Migren: Aurasız migrende ağrı herhangi bir belirti vermeden birden bire başlar. Migren sıklığı toplumda %10-12 civarındadır. Kadınlarda daha sık görülmektedir. Psikiyatrik bozukluklar, epilepsi, astım, kalp hastalığı, mide-bağırsak sistemindeki ülserler, böbrek hastalığı, idrar yolu enfeksiyonu ile de ilişkisi olduğu iddia edilmiştir. Hatta bir dönem nörologlar migrenin bir epilepsi türü olduğunu iddia etmişlerdir. Migren insan yaşam kalitesini kötü yönde etkileyip, çok ciddi boyutta iş kaybına yol açmaktadır. Sıklıkla çikolata, alkol, bazı peynir çeşitleri, çay, kahve, yağlı yiyeceklerin, açlık, yorgunluk, uykusuzluk ve hava değişikliklerinin migreni kışkırttığı belirtilmektedir. Adet kanaması sırasında östrojen düzeyinin hızlı düşmesinden dolayı migren atağının da başlayabileceği belirtilmektedir. Bu ağrı tipine menstürasyon baş ağrısı denir.
Migren tedavisinde ilaçlar kullanılmaktadır, ilaçlar migreni tedavi etmekten çok atak sıklığını ve şiddetini azaltmak için kullanılır. Migren tedavisinin etkili olabilmesi için doğru tanı konması çok önemlidir. Migrenin yanı sıra başka bir hastalığının bulunup bulunmadığı tedavi sürecini etkileyen en önemli öğelerden biridir. Bu yüzden gerekli durumlarda migren ve diğer baş ağrısı tipleri için nörolojik muayene ve ayrıntılı laboratuar testlerinin yapılmasını öneriyoruz.

Epilepsi Nedir?

Epilepsi, santral sinir sisteminin herhangi bir yerinden aniden ortaya çıkan elektriksel bir boşalım neticesi oluşan klinik tablolardır. Bir nöron grubundaki anormal elektrik boşalımının santral sinir sisteminin neresinden kaynaklandığını nöbeti izleyerek tahmin etmek çoğu kez mümkündür.
Epilepsi nöbetinin başladığı ve nöbetin yayıldığı yere göre bazı nöbet tiplerinde bilinç kaybı olur, bazılarında olmaz. Örneğin sadece düşme, sıçrama, dalgınlık, ağız şapırdatma, anlamsız dolaşma, davranış değişikliği, konuşmanın duraklaması, hallüsinasyon, karın ağrısı, uyuşma, baş ağrısı, yutkunma şeklinde birkaç saniye veya birkaç dakika süren bilinç kaybı olan veya olduğu fark edilmeyen nöbet tipleri de vardır. Bazen de bilinç kaybı ve kol bacaklarda kasılma, sıçramalar ile birkaç dakika veya daha uzun süren jeneralize nöbet dediğimiz nöbetlerde görülür.
Nöbet bazen ışık (kesik kesik sık gelen, floresan vb.), ses (bazı müzik türleri), dokunma, gıdalar, uykusuzluk, yorgunluk, stres, kafa travmaları gibi etkenlerle daha kolay ve sık ortaya çıkabilir.
Uyku ile epilepsi, migren ile epilepsi ilişkilerinin bazı nöbetlerde araştırılması gerekir.
Epilepsinin hem klinik izlemi hem de tedavisi için gruplandırılması kolaylık sağlamaktadır. Gruplandırma dünyada bazı kliniklerde farklı şekillerde yapılmaktadır. Bu yazıya anlaşılması güç olacağı öngörüsü ile gruplandırmaları almadım.
Epilepsinin tanısı hastanın veya nöbetleri gören kişinin anlatımı, EEG, SPECT, MR, fMR, PET ve diğer araştırma bulguları ile birlikte konulabilmektedir.
Epilepsi tedavisinde nöbetin yani elektrik boşalımının durdurulması için ilaçlar kullanılmaktadır. Depakine, Convulex, Luminal, Tegretol, Trileptal, Karazepin, Epdantoin, Epanutin, Neurontin, Lamictal, Sabril, Rivotril, Keppra, Lyrica vb. birçok ilaç nöbetin beyinde başladığı yere, süresine, tedaviye direnç göstermesine bağlı olarak uygulanmaktadır.

Nörolojik Hastalıklar ve Nörolojik Sorunlar

Nöroloji sinir bilimi demektir.
1. Beyin, beyincik, beyin sapı, omurilikten oluşan merkezi sinir sistemi
2. Beyin, beyin sapı, omurilikten çıkan ve gelen yollardan oluşan çevresel (parenteral) sinir sistemi
3. İç organlar ile ilgili otonom sinir sistemi olarak incelenir.
Bundan 20 sene öncesine kadar nörolojinin ilgilendiği alanlar daha çok bozukluklar (hastalıklar) ile ilgiliydi. Son yıllarda gelişen teknolojik araştırmalar ile çalışan (işlevsel) beyin araştırmaları da yapılabilmektedir. Bu sayede öğrenme güçlükleri, algı bozuklukları, dil bozuklukları, davranış sorunlarının vd. önceden saptanabilmesi ve tedavi sürecinin görsel olarak da izlenebilmesi mümkün olmuştur. Nörolojik diğer gelişim alanları diğer bilim dalları ile ilişki kurarak gelişmiştir. Örneğin nöropsikoloji, nörofelsefe, nörosanat, nöroekonomi, nörososyoloji gibi.
Pratik nörolojide biz sıklıkla çocukluk çağı epilpesileri, baş ağrıları, otizm, zihinsel engel, metabolik ve genetik durumlar ile çalışıyoruz. Daha ileri yaşlarda felç, parkinson gibi yürüme bozuklukları, alzheımer gibi unutkanlıklar, migren, multiple skleroz gibi hastalıklarla daha sık meşgul oluyoruz. Nörolojinin diğer bir alanı da çocukluk çağı gelişim geriliğidir. Buna gelişim nörolojisi denir. Bu bilim dalı sayesinde doğumdan sonraki ilk günlerde bile çocuğun gelişimi hakkında fikir sahibi olabiliyoruz. Nöroloji görüldüğü gibi birçok bilim dalından beslenmektedir. Dolayısı ile ekip çalışması gerektirir. Bu bölümde nöroloji hastalıklarından en sık karşılaştıklarımız hakkında bilgiler bulabilirsiniz.
- Baş ağrısı ve migren
- Epilepsi
- Multiple Skleroz
- Kafa Travmaları
- Parkinson hastalığı
- Unutkanlık
- Demans (Bunama)
- Alzheimer Hastalığı
- Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
- Özel Öğrenme Güçlüğü