23 Nisan 2013 Salı

Kollektif Bellek ile Kenti ve Zamanı Seçmek

Bir gece rüyama İstanbul Fatih Mahallesi Horhor Caddesi Ragıp Bey sokağının köşesindeki çeşme takıldı (Horhor çeşmesi değil, bu daha aşağıda, Vatan caddesine doğru). Çeşmenin karşı köşesinde fırın vardı. Fırından pide almak için ramazan ayını beklerdim. Sırada bekleyip sıcak pideyi gazete kâğıdı içinde eve götürmenin keyfini yaşardım. İlkokulda idim. Bir gün, kuyrukta sıra bana geldi ve fırıncı -evladım, inşallah seneye alırsın pideni, sonuncusunu önündeki aldı- dedi. Aradan onlarca yıl geçti, ama belleğimde hala pideyi alamadığım kuyruk duruyor.
Bir sokak yukarı çıkarsanız Sofular Hamamı, bir sokak daha yukarıda ahşap cumbalı evler, sonra Kıztaşı ve Kıztaşında mütevazi bir meydan, küçük kentlerin şirin turistik meydanı gibi, Fatih e yakışan. Ama birkaç yıl önce Kıztaşı meydanında acayip bir hastane binasıyla karşılaştım. Halbuki o sokak farklı bir mahalle köşesi idi, Temiz Şekerci dükkanı ile. Galiba belleğimiz gidiyor, kentimizin belleği, insanlarımızla birlikte…
Lütfen seçiniz:
a- İnşaat para getiriyor
b- Belleğimize saygımız yok
c- Genlerde sorun var?
d- Hepsi
Geçen yıl gittiğim bir yolun yönünün ve adının değiştiğini görmek artık beni şaşırtmıyor ama yoruyor. Hep yeniden ezberlemek zorunda kalıyorum. Peki 70-80 yaş üzeri olanlar ne yapacak, belleklerindekileri nasıl saklayacaklar kortekslerinde? Oksipitalde mi , parietalde mi temporalde mi? Hangi şebeke- ağ sisteminde, imgelere ne oldu? Adı değişti, görüntü değişti, yön değişti kentimde. Bir de kirlilik, sokaklarında çiçek kokan şehrimin:
BİR SABAH UYANMAK
Bir sabah ellerin cebinde çık evinden!
Ceketin iskemleye asılı kalsın.
Bekleyedursun dostun
Kahvede
İşe gitmekten de
Bugünlük vazgeç.
Öylece dolaş çiçek kokan sokaklarında
Güzel şehrinin.
Yeniden tat gökyüzünü,
Ağaçlara selâm ver!
Apartmanların halini sor!
Senden başkaları için değil
Bu güzel gün
Mavi gök.

Sabahattin Kudret Aksal
Bu şiir üniversite yıllarımın başında 1968-70 li yıllarda kolayca dilimin ucuna gelebiliyordu. Örneğin Yeşilyurt ta, Adalar da, Fenerbahçe de Kadıköy de Bağcılar da Bahçelievler de Bakırköy de gezerken.
Sahi İstanbul da su azalınca veya ilerde elektrik sıkıntısı olunca 20-50 katlı binalarda yaşayanlar ne yapacaklar, bunu da dert edinmeli miyim, yoksa orbitofrontal alanımı az mı çalıştırmalıyım? Her ne kadar çok iyi eğitimlilerde Alzheimer hastalığı daha seyrek ortaya çıkıyor gibi laflar ortada dolaşıyorsa da çok iyi eğitimlilerin anksiyeteleri bu lafların yanlış olduğunu kanıtlayabilir. Bir önemli nokta, demanslılarda hipertansyona pek rastlanmıyor, 20-30 yıl hipertansiyon ilacı alan yaşlılar demans olunca ilaca gereksinim duyulmuyor. Acaba kaygı mı kaybolur da ilaca gerek kalmıyor? Aklıma 1980 de Diyarbakır da iken fark ettiğim bir şiir takıldı. Ödüllü bir şiir Mehmet Taner in mi idi, aradım bulamadım. Aklımda kalanlar şunlar:
Tabelalar geçiyor başımın üstünden tabelalar
Hayır ufka
doğru alçalmıyor tabelalar
Binalara dik duran, giyotin gibi sallanan tabelalar var. Herkes istediği gibi sallandırıyor. Bazı belediyeler engelledi. İsterseniz bu şiiri bulun ( hatta bana da yollayın, zira bulamadım ) sonra o şiiri okuyarak tabelaların altında, kalabalık ve gürültülü bir caddede dolaşın.
Öğrencilerime her yıl verdiğim sorulardan biri şöyle: Görme engellilerin sosyal yaşama katılması için bazı ülkelerde köpeklerden yararlanılıyor. İstanbul da neden görme engelliler köpeklerden yararlanmıyor? Cevap şu olabilir mi? Sık sık değişen yollar, sık sökülen kaldırımlar, mantık dışı yerlerdeki trafik ışıklarından dolayı köpekler psikiyatrik hastalıklara yakalanıyorlar, belki de anksiyeteden ölüveriyorlar.
Balıkesir Küçükkuyu dan Edremit e giderken, yolun iki tarafı zeytinlikti, orada sağ taraftan bazen deniz görülürdü. Şimdi her taraf bina ve parmak arası terlikli insanlarla dolu. Kazdağı nın derelerinde de artık o kadar fazla su yok, alabalıklar da azaldı, her yerden toz içinden 4x4 çıkıyor, rengârenk giysili Türkmenler de ortalıkta yok... O halde kentte mi kalmayayım babam gibi;
Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.
Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!
Necip Fazıl Kısakürek
Evet belki de bunu daha önceden seçmeliydim…
Yapı Kredi Yayınları Cogito sayı 34 özel sayı: Seçmek… Stephan Balkonhol 1992 den bir fotoğraf var: Man on buay adlı. Belki internette de bulursunuz. Bir de o sayıda Turhan Ilgaz ın (kulakları çınlasın, kendisi de pek ortalıkta yok, zor bulunuyor) -Yer Seçmek- yazısı var. Zaman ve uzam pesfektifinde bir şey seçen kişinin aslında başka şeyleri de reddettiğini, büyük kentte yaşamanın nasıl seçilebileceğini veya seçilemeyeceğini irdeliyor.
Yok yok en iyisi, kentin ortasından geçen nehirdeki bir sandal içinde yaşamak (Sandal deniz kenarına da bağlı olabilir.)
Şimdi son olarak YKY Cogito, sayı 50 sayfa 65-67 den seçtiğim satırları okuyalım. (Kolektif bellek ve zaman. Maurice Halbwachs):
Kırsal bölgelerde zaman, hayvanların ve bitkilerin doğasındaki akışa bağlı olarak düzenlenen işlerin kendi içlerinde barındırdıkları düzene göre bölünür. Buğdayın topraktan çıkmasını, hayvanların yumurtlamasını ya da yavrulamasını, ineklerin memelerinin dolmasını beklemek gerekir. Bu işlemleri hızlandıracak bir mekanizma yoktur. Zaman, topluluğun özellikleriyle uyum içindedir. İnsanların düşüncelerinin akışı, gereksinimlerine ve geleneklerine uygun bir hızda ilerlemektedir ve zaman da buna uyum sağlamıştır. Olması gerektiği gibidir.
Köylüler kente gittiklerinde, kentteki zaman hızı karşısında hayrete düşerler ve içi daha fazla doldurulmuş bir günün, içinde daha yoğun bir zamanı barındırdığını düşünürler. Bunun nedeni, kenti, çalışma hastalığına yakalanmış bir köy gibi düşünmeleridir. İnsanlar aşırı hareketlidir, düşünceler ve davranışlar baş döndürücü bir hıza sahiptir. Ama kent kenttir, yani mekanik devreye girmiştir, sadece üretimle ilgili işlere değil, ulaşıma, eğlencelere ve şakalara bile işlemiştir. Zaman, gerektiği gibi bölünmüştür, tam olması gerektiği gibidir, ne çok hızlı ne çok yavaş, kent yaşantısının gerekliliklerine göre düzenlenmiştir.
O halde, bu farklı iki toplulukta, aynı tür düşünceler ve temsiller söz konusu olmadığına göre, her iki farklı topluluk içinde zamanın akış hızını ölçmek için, birbirini izleyen bilinç durumlarının sayısını nasıl karşılaştırabiliriz? Aslında zamanın bir topluluk içinde diğerlerine oranla daha hızlı ya da daha yavaş aktığı söylenemez; hızlılık kavramı, zaman akışına uygulandığı zaman, belirgin bir koşul sunmaz. Buna karşın, ne ilginçtir ki insan beyni, eskiyi düşünmeye daldığında, birkaç saniye içinde, çok eskiler gidebilir, ya da daha yakın zamanları hatırlayabilir ve zamanın içinde geriye doğru giderken geçireceği süre, topluluktan topluluğa değişiklik göstermekle kalmaz, aynı topluluk içinde kişiden kişiye de farklılık gösterir hatta aynı oluluktaki kişi için bile bu süre, farklı zamanlarda farklı olacaktır. O halde, ben bugün oturup, bir zamanlar arkadaşlarımla yapmış olduğumuz bir konuşmayı aklımda canlandırırken, anılarımızı hatırlamak için, topluluğumuzun belleğinden destek aldığımı nasıl söyleyebilirim…
 
 

Şiddet Eğitimi ve Beyin Yapısı

Şiddet, güç veya baskı yolu ile fiziksel veya psikolojik açıdan canlıya verilen zarar olarak tanımlanır. Peki insan neden şiddet gösterir?
Şiddet davranışının altında genellikle öfkeyi rahatlatma ihtiyacı ve hareketlerini, isteklerini erteleme güçlüğü yatar. Aslında daha anne karnında iken fiziksel tepkilerimizi göstermeye başlarız. Anne karnındaki bebek bir şeyden rahatsızlık duyduğunda annesinin karnını tekmelemeye başlar. Doğumdan sonra annesinin memesinden süt gelmediği zaman annenin memesini ısırır, sonraki küçük yaşlarında istediği olmadığı zaman saç çekmeye, tırmalamaya başlar, benzer öfkeli davranışlar sergiler yine tepki alır böylece öğrenmeye devam eder.
Bebek çevreyi gözlemleyerek büyür ve taklit yapabilme yeteneği geliştikçe anne-babanın ve yakın çevresindekilerin dikkat çekici davranışlarını yineler. Örneklere bakıldığında şiddet davranışının bir kısmının içgüdüsel olduğunu, bir kısmının da öğrenme ile kazanıldığını söyleyebiliriz.
Anne-babalar uygun modeller olarak çocuklarını yetiştirme gayretinde olsalar da çocuk sosyalleştikçe olumlu-olumsuz birçok davranışı öğrenir. Özellikle okul öncesi dönem çocuklarında şiddet davranışı ile sık sık karşılaşırız. Evinde kendi oyuncaklarını, varsa kardeşi haricinde kimseyle paylaşması gerekmeyen, sevdikleri kişilerden yeterince ilgiyi kendi üzerinde toplayabilen bir çocuk okul ortamına girdiğinde uyum sağlamakta zorlanabilir. Çevresindeki her şey artık ona ait değildir ve birçok yaşıtı ile paylaşmak durumundadır. Engellendiği durumlarda istediği oyuncağı elde edebilmek için ya arkadaşının elinden çeker, ya arkadaşını iter ve alır. Bunun nedeni beynimizin en ön kısmındaki frontal lob adını verdiğimiz alın lobunun henüz yeteri kadar gelişmiş olmamasıdır. Frontal lob sosyal ilişkiler, akıl yürütme, dikkat, karmaşık hareketleri düzenler. Bu nedenle bu yaştaki çocuklarda problem çözme becerileri ve dürtü kontrolleri yeteri kadar gelişmemiştir. Eğitimle birlikte çocuk sosyal beceriler kazandıkça paylaşmayı, isteklerini erteleyebilmeyi öğrenecektir.
Akranlarına göre öfke kontrol becerisi açısından aykırı davranan çocukların bu davranışın kemikleşmemesi için destek alınması önemlidir. Bazı çocuklar öfkesini, kaygısını rahatlatmak veya tepki göstermek için tırnak yeme, alt ıslatma gibi davranışlar gösterebilir. Bazı çocuklar öfkesini şiddetle ifade ederek rahatlar. Şiddet davranışının temelinde birçok problem yatabilir. Anne-baba arasındaki geçimsizlik, akran istismarı, travma, özgüven eksikliği, kendini ifade etme güçlüğü gibi birçok etken şiddet davranışına neden olur. Temeldeki probleme yönelik olarak çocuğun eğitim/psikolojik destek alması gerekir.
Şiddet davranışını değerlendirirken çocuğun zihinsel kapasitesini de göz önünde bulundurmak önemlidir. Zihinsel yapısı akranlarından geri olan çocuklar problemlerini şiddet davranışı ile çözmeyi tercih ederler. Bu yüzden davranış problemi bile olsa çocuğun zihinsel kapasitesini değerlendirmek de önemlidir. Böylece çocuğun davranış problemine yönelik çalışmalar mı yoksa zihinsel kapasitesini arttırmaya yönelik rehabilitasyon uygulamak mı gerektiğine karar verebiliriz.
Eğer problem tamamen çocuğun psikolojik dinamiklerinden kaynaklanıyorsa çocuk odaklı çalışmak, eğer çatışmalı aile yaşantısından kaynaklanıyorsa aile odaklı çalışmak uygun olacaktır.
Özellikle okul öncesi dönem ve ilköğretim çağı çocuklarının aile yönlendirmesi ile beraber yönlendirilmemiş oyun terapisi alması yararlı olmaktadır. Buradaki en kritik nokta çocuğu öfkesi dahil tüm özellikleri ile kabul ederek öfke kontrolünü kazandırmaktır. Oyun terapisi sürecinde öfke rahatlamasına yönelik oyunları tercih eden çocuklar bu ihtiyacını oyun odasında karşıladığı için sosyal ortamda şiddet davranışını göstermeyi azaltır.
Özellikle grup içerisinde dağılan çocuklarda aynı ve farklı mizaç özelliklerine sahip akranlarından oluşan sosyal beceri grubuna dahil edilmesi yararlı olmaktadır. Böylece kendi gibi olan ve kendinden farklı özelliklere sahip olan çocuklar olumlu özellikleri pekiştirildikçe olumsuz özellikleri kullanma ihtiyacı duymayarak problemini şiddet kullanmadan çözmeyi deneyecektir. Biz buna ilkel bölge olan limbik sistemin, en gelişmiş olan frontal tarafından denetlenmesi yani akıl yürütmeye başlamak diyoruz.
Eğer çatışmalı anne-baba ilişkisinden dolayı çocuk öfke gösteriyor ya da anne baba tarafından şiddet görüyorsa burada ilk düşünülecek yöntem aile terapisi olmalıdır. Anne-babaya çocuğa uygun modeller olmaları konusunda yönlendirmeler yapmak, anne-baba arasındaki iletişim problemlerini azaltmak hatta anne-babalara çocukları ile nasıl oyun oynayacaklarını öğretmek çocuğun öfke davranışının giderilmesine yardımcı olur.
Bazen de çocuk eğitim eksikliği dışında nörolojik rahatsızlıklarından dolayı şiddet davranışını gösterir. Beynimizin iç yapısında bulunan beslenme, savunma, cinsellik gibi ilkel dürtülerden sorumlu limbik sistem ve beynimizin akıl yürütme, problem çözme, dürtü kontörlü, dikkat vb. işlevlerden sorumlu alın lobu arasındaki bilgi alışverişi ile öfkemizi kontrol edebiliriz. Bu alanlarda doğumsal veya sonradan oluşan işlevsel bozuklukları olan çocuk, yetişkin, yaşlı tüm yaştaki kişiler şiddet davranışını gösterir. Ayrıca beyindeki serotonin, dopamin, norepinefrin gibi kimyasal maddeler de davranışlarımızın şekillendirir. Bu kimyasal maddelerin yetersiz salgılanması veya fazla salgılanması da davranış problemlerine neden olabilir. Örneğin motivasyonu arttıran kimyasal madde fazla üretilirse veya dışarıdan fazla alınırsa aşırı motivasyon aşırı davranış bozukluğuna götürür. Bu nedenle çocuk veya yetişkin öfke kontrol problemi gösteren tüm bireylerin öncelikli olarak nörolojik/psikiyatrik muayene olmasını ve ardından kişiye özel olarak belirlenecek tedavi/eğitim programına dahil edilmesini öneriyorum.
 
 

Eğitim ve Beyin

Eğitim ve Beyin
Tüm canlılar genetik yapıları ve çevrenin etkisiyle gelişir, yine aynı etkilerle yaşamları sonlanır. İnsan yaşamı için yönetici olan beyindir.
Beyin ve beden yapısı anne karnından itibaren gelişir. Öğrenme ve eğitimin de anne karnından itibaren başladığını biliyoruz. Annenin güzel ses tonu kullanması, spor yapması, rahatlatıcı müzikler dinlemesi bebeğin gelişimini destekler.
Bebeğin doğumu ile çocuk çevreye uyum sağlama becerisini kazanmaya çalışır ve bu süreçte öğrenme gerçekleşir. İlk çocukluk döneminde beyin gelişimini anne ile olan yakın temas büyük oranda etkiler.
Bunun yanında övgü, davranışlarına olumlu geribildirim vermek, onunla konuşmak duygusal gelişimini de hızlandırır. Örneğin bebek doğduktan sonra onu yeterince kucakta tutulması okşanması yani dokunma duyusu ile çevredeki bilgileri almasını sağlamak gerekir. Çocuk emeklemeye başlayınca rahat hareket edebileceği alana gereksinim duyar. Yürümeye başladığında bulunduğu mekanı keşfeder. Çocuğun doğada oynaması, hayvanlara dokunması, kirlenmesi ve düşmesine izin verilen ortamlar çocuk gelişimi için de uygun ortamlardır. Böylece 2 yaş civarındaki çocukta çizgi yönü, kaba ve ince motor, mekansal algı, akıl yürütme, dikkat vd. işlevlerin gelişmesi desteklenmiş olur. Yani 0-2 yaş arasındaki nörofizyolojik gelişme potansiyeli kinetik duruma gelir.
Ancak çocuğun kirlenmemesi, düşmemesi, hasta olmaması, yorulmaması için yaşaması gereken deneyimlerin engellenmesi durumunda çocuğun, yaşamının ilerleyen dönemlerinde sorumluluk almaktan kaçınan ve/veya öğrenme süreçlerinde sıkıntı olan biri olma ihtimali yüksektir.
Beyin yapısının gelişimi içten dışa ve arkadan öne doğru gerçekleşir. Beynin iç yapıları, bellek, beş duyu, kaygı, duygu vd. ile ilgilidir. Bu yapıların gelişmesinin ardından korteks adı verilen beyin kabuğu gelişir. Korteks bu yapıların denetimini sağlar. Örneğin bebekler karnı acıktıklarında ağlarlar ancak büyüme ve gelişme ile dil, akıl yürütme, problem çözme gibi işlevler geliştikçe birey açlığını uygun yollarla ifade etmeyi öğrenir.
Beyin korteksinin en arkasında görme alanı, öne yaklaştıkça, işitme, dokunma, mekan algısı gibi işlev alanları ve en önde de akıl yürütme alanı bulunur. Çocuk gelişimi açısından beyin gelişimine bakrsak, çocuk etrafını görür, işitir, emekleme ve yürüme ile mekanı algılamaya başlar, son olarak da akıl yürüterek ne yapacağına karar verir.
Beyin gelişimi pek çok farklı yoldan gerçekleşebilir. Örneğin beynin bir bölümü doğuştan hasarlı ise uygun nörofizyoloji temelli eğitim ile hasar görmüş bölümün işlevini başka bir bölüm gerçekleştirebilir.
Anne-baba ve eğitimci, 0-3 yaş arasında nörofizyolojik temelli gelişim özelliklerini bildiği takdirde (ezber değil) her çocuğun farklı olduğunu keşfedecektir. Bu nedende her çocuk için farklı eğitim programı oluşturulabilir.
Üstün yetenekli çocukların ilk yaşlarda uyumsuz, hiperaktif, dikkat eksikliği oln çocuklar olarak tanı almaları, tanılama sürecinde nörofizyolojik gelişim özelliklerinin göz önüne alınmamasından kaynaklanır.
Çocuklarda belirti listeleri ile değerlendirilip etiketlenmesinin önlenmesi için her çocuğun genetik yapısı hakkında kısa da olsa bilgi sahibi olmak, hamilelik ve doğum sürecini bilmek, ilk yaşlardaki çevresel koşullarını ayrıntılı öğrenmek gerekir. Bir çocuğun ailesinden iyi anamnez alma becerisinin temelinde o ailenin kültürünün bilinmesi yatar. Ailenin ve çevresinin kültürü bilinmiyorsa çocuk hakkında yeterli bigi almak güçtür.
Başarılı sayısız işadamı, politikacı, sanatçıların yaşamlarını çocukluk çağından itibaren incelersiniz bazı dönemlerde bu kişilerin, normal dışı oldukları düşünülerek etiketlendiğini fark edersiniz.
Üstün yetenek ile (beceri) karıştırılabilir. Bu nedenle eğitim sisteminde çalışan kişilerin kesinlikle ana eğitim alanları dışında sanat, antropoloji, müzik, psikoloji vb. dallardada eğitim almış olmaları gerekir.
Beden bütüncül çalışır. Üstün veya eksik olan bölümler eğitim ile (çevresel etkilerle) geliştirilebilir. Eğitimcinin görevi bunu gerçekleştirmektir.

Yaratıcılık Süreci

Yaratıcılık Süreci (Var olanı değiştirebilmek)

Yaratmak, insanoğlu tarafından yokluğu varlığa çevirmek anlamına gelmez, nesneleri veya düşünceyi veya hareketleri o güne kadar düşünülmemiş haliyle yeniden oluşturmak anlamına gelir.
Doğuştan kör olan bir insanın sonradan görmesi mümkün müdür?
Cevap: Teknolojiyi kullanarak beynin neresinin (hangi malzemesinin) bozuk veya sağlam olduğunu bilmek ile mümkün.
Hiç işitmeyen bir kişinin işitmesi mümkün müdür?
Cevap: Teknolojiyi ve beynin nerelerinin çalışıp çalışmadığını bilmek kaydıyla mümkün.
Soru: Bu yaratıcılık mıdır, becerimidir?
Soru: Son yıllarda holistik, gestalt, nörobilim, algı, zekâ, zihin kavramları ayrı ayrı tanımlanıyor ve bu tanımlar insan yönetim bilimi (örneğin koçluk vb.) alanlarında farklı şekillerde kullanılıyor. Moor yasası binlerce yıl sonra ortaya çıktı, dünyada devrim yarattı 20 sene sonra bu yasa aşıldı. Neden?
Soru: Bilgisayarda yarattığımız zekâ kısa bir süre sonra yaratıcılarının zekâsını aşacak mı?
Soru: Dünyanın en tanınmış üniversitelerinden veya meslek öğreten diğer okullardan mezun olan kişiler 21. yüzyılda kolaylıkla iş bulabiliyor mu? Neden?
50 yaşın üzerine çıkmış olan insanların deneyimlerinden mi faydalanmamız gerekiyor, 20-30 yaşında teknolojideki yenilikleri kavrayabilmiş olan gençlerden mi faydalanmamız gerekiyor?
Avrupa ekonomisinin sıkıntıda olmasının bununla ilişkisi var mı?
Dünyanın en iyi şairlerinden Paul Vallery 20 yıl kadar şiire ara verip matematik çalıştıktan sonra dünyanın en güzel şiirlerinin bazılarını yazmıştır peki ama nasıl? Akademik çalışmanın buna bir katkısı mı olmuştur yoksa algı düzeyimi yükselmiştir?
İnsan beyninin en önemli özelliği diğer canlılara göre daha fazla öğrenme kapasitesine sahip olmasıdır. Bu potansiyel beynin esnek olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle bireyin, ailenin, şirketin, ülkenin, dünyanın gelişimi için yaratım gücüne ve yeni fikirlere ihtiyaç var ve tüm bunlar ancak beynin esnek yapısı ve çevresel koşullara uyum sağlayabilme özelliği ile gerçekleşebilir. Bu noktada yaratıcı potansiyelin teknoloji ve sosyal ilişkilerle desteklenmesi tercih edilmelidir.
Soru: Yaratma sürecinde 50 yıl önce ile şimdi arasındaki farkın sebebi nedir?
Soru: Çalışırken hareket, duygu veya düşünce serbestîsine sahip olan insanlar ile sadece akademik alanda veya belirli sınırlar içinde çalışan insanlar arasındaki farklılıklar neler olabilir?
Beceri, yetenek, yaratıcılıktan söz ederken aradığımız ilk özellik beynin esnek olmasıdır çünkü sanat ve bilim arasındaki ayrımı tarif etmek entelektüel zekâyı ziyan etmek anlamına gelebilir.

21 Nisan 2013 Pazar

Nöroloji ve Özel Eğitim

Özel eğitim çoğunluğa standardize edilmiş eğitim programlarından yararlanamayan çocuklara verilen eğitim olarak özetlenebilir. Örneğin; üstün zekalılar, üstün yetenekliler, görme engelliler, işitme engelliler, zihinsel engelliler, serebral palsi (spastik çocuk) özel eğitim kapsamı içerisine girer. Beyin ile ilgili olan farklılıklarından dolayı bazı çocuklar özel eğitime gereksinim duyacaklardır. Örneğin serebral palsi (spastik çocuk), öğrenme ve uyum sorunlarına neden olabilen, epilepsi, otizm, asperger, öğrenme güçlükleri (disleksi) ve yine beyin sorunlarından kaynaklanan zihinsel engelliler başlığı altında toplanabilir. Ancak eğitim açısından gruplandıracak olursak Down Sendromu ve benzeri nedenlerden kaynaklanan zihinsel engellileri ayrı bir grup olarak da ele alabiliriz.
Yukarıda bahsedilen ve özel eğitime gereksinimi olan çocukların eğitiminde nöroloji ve nörofizyoloji bilgisi oldukça önemlidir. Beynin temel yapısını ve işlevlerini bilen eğitimciler ile eğitiminden anlayan nörologların işbirliği bu tür durumlarda oldukça önemlidir.
 

Nöroloji ve Sanat

Nöroloji, sanatın oluşumunu doğrudan nörolojik temellerle açıklama iddiasında değildir. İnsan düşünsel veya davranışsal herhangi bir eylemi yaparken, teknolojinin getirdiği avantajlarla o anda beynin hangi bölgelerinin çalıştığının fotoğrafları çekilmektedir. Ancak yine de işin çok başındayız. Yetenek, yaratıcılık, deha kavramlarının nörolojik açıklaması, nöronların beyindeki yerleşimi ve birbirleri ile olan bağlantılarıyla açıklanmaya çalışılmaktadır. Örneğin bu üç kavramdan bahsederken iki beyin yarım küresi, aralarındaki bağlantılar, beyin sapı, omurilik, buradan çıkan ve giren sinirler, kaslar, iç organları da ele almak gerekir: Şeker hastalığı, ürenin yükselmesi veya sodyumun kaybı bile yaratıcı kişinin aniden a-ha demesi veya beyninde bir ampul yanmasını engelleyebilir. Böylece bir dehadan dünya eksik kalabilir.
Bazen de nörolojik hastalıklar veya yukarıda bahsettiğimiz metabolik bozukluklar üstün yetenekli kişilerin deha aşamasına gelmesine yardımcı olabilir. Epilepsi, frontal lob sendromlarından bazıları, temporal ve oksipital lob kaynaklı halüsinasyonlar yaratıcı faaliyetlerin ortaya çıkmasını veya artmasını sağlayabilir. Van Gogh, Mozart, işitme engelli Beethoven, ortopedik sorunlu Lautrec, çevreye uyum sağlamakta zorlanan Einstein, Dostoyevski, 500 yıl öncesinden 20. ve 21. yüzyılın sanatını yapan Mehmed Siyah Kalem, Bosh, Bruegel, Munch, Modigliani, Edgar Allen Poe gibi sanatçılar nöroloji ve sanat bağlantısını daha iyi anlayabilmek adına incelenmesi gereken sanatçılardır.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, bireyin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan aşırı hareketlilik, istekleri erteleyememe ve dikkat sorunları ile kendini gösteren nörolojik bir bozukluktur. Bu bozukluk erken çocukluk döneminde başlayıp sıkılıkla ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde de devam eder. Aşırı koşan, tırmanan çocuk erişkinlikte hareketli işlerle ilgilenebilir.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan bireyler biliş, algı ve dikkat işlevlerindeki problemler nedeniyle davranış, bilişsel, sosyal ve psikolojik alanlarda sorunlar yaşayabilirler. Bu alanlarda yaşanan sorunlar tanı koyma sürecinde zorluklara sebep olabilir.
Erişkin dönemindeki Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun ortaya çıkış şeklindeki farklılıklarla ilgili olarak en önemli şikayetlerinin, iş yerinde zorluk yaşama ve sık iş değiştirme, organizasyon eksikliği, düşük benlik saygısı, becerilerini göstermede yetersizlik ve bunun yanında daha tipik olan unutkanlık ve odaklanma güçlüğü olduğu belirtilmiştir.
Tanının konulmasında, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile karışabilecek, birlikte olabilecek pek çok bozukluk olabileceği için ayrıntılı bir öykü alınması gerekir. Ayrıntılı öykü alınmayan durumlarda sadece hareketliliği olan çocuklar dahi DEHB tanısı alabilmekte ve ilaç kullanımına yönlendirilmektedirler. Ayrıca DEHB tanısı sadece nörolog veya psikiyatrist tarafından konulmalıdır. Pedagog, psikolojik danışman, psikolog, rehber öğretmen vb. meslek dallarından olan kişiler Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda eğitim ve psikolojik destek sürecinde yer alırlar, tek başına tanı koymaları büyük risk taşır. Bizim gördüğümüz vakalar içerisinde frontal lob tümörleri, corpus callosium altı tümörler, frontal lob epilepsisi, bipolar bozukluklar vardı.
Altis’te Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısı çocuklarda konulurken ilk olarak nöroloji muayenesi yapılır. Değerlendirme sürecine psikolog, psikolojik danışman, özel eğitim uzmanı, gerekirse psikiyatrist ve fizyoterapist de katılır. Değerlendirme sürecinde çocuk hakkında, anne-baba, okul rehber öğretmeni ile görüşmeler yapılarak ayrıntılı bilgi alınır. Ardından psiko-pedagojik ve nöropsikolojik değerlendirmeler ile bilişsel işlevler incelenir. Bunların sonucunda öğrenci ile yürütülecek eğitim programı hazırlanır. Eğitim programına ihtiyaca göre müzikle eğitim ve fizyoterapiden de destek alınabilir.
Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısının konabilmesi için ilk olarak nöroloji muayenesi yapılır. Ardından nöropsikolojik değerlendirmeler ile bilişsel işlevler incelenir. Psikolojik desteğe ihtiyacı olduğu belirlenen yetişkinler, psikiyatrist, psikolog veya psikolojik danışmana yönlendirilir. Tedavi ve eğitimde geç kalınmış vakalar sosyal ve yasal uyum sorunları yaşayabilir.